Gri

        Gri

Gri  bulutlara bakıyorum, kaldırmış başımı. Sanki katman katman bulutlar, gittikçe kararıyorlar. Otobüs ağır ağır ilerliyor ki kapalı havanın kasvetini iyice çekebilelim içimize. İyice çökelim, ruhsuzlaşalım, huysuzlaşalım… Trafik yoğun, asla hızlanmaz İstanbul’da arabalar, böyle havalarda.  Hızlanmak ister ama hızlanamaz… Hafif yağmur çiseliyor, camlara vurmuş damla damla yağmur. Damlalar yarışıyor camda, ya da ben yarıştırıyorum onları kafamda. Biri daha hızlı iniyor aşağı, biri yolun yarısında takılı kalıyor. Sonra yeni birisi katılıyor yarışa, geçiyor öbürlerini; sonra birisi daha,  daha başlangıçta ilerleyemeden bir başkasının ona çarpmasıyla yok olup gidiyor; sonra birisi daha, sonra birisi daha ve sonra birileri daha… Varış noktasına ulaşabilenler az sayıda, yarı yolda kalakalıp pes edenler çok sayıda… Kimileri zalim, eziyor geçiyor dağıtıyor diğerlerini bir yana; kimileri uzaktan uzaktan yavaşça ilerliyor, çekinerek. Kimi baştan bırakmış yarışı, kendi halinde… Kimi hırslarının kurbanı olmuş, acele ederken camın kenarına savrulmuş, çarpmış, yok olmuş.

Sonra durdu yağmur, hava hala gri. Camdan bakıyorum, bir çimenlik alan var, görüyorum;  evet nadir de olsa görüyorum. Ağaçları görüyorum uzaktan, küçüklü büyüklü;  ağaçların gövdelerine yaslanmış insanlar görüyorum. Bu havada, diye düşünüyorum, ne işiniz var? Sonra otobüs biraz daha yaklaşıyor sağ tarafa, görüyorum. Küçüklü ağaçlar, insanmış aslında. Gövdelere yaslanmış insanlarsa çöp torbalarıymış. Çöpler toplanıyor torbalara, ağaçların altına bırakılıyorlar daha sonra alınmak üzere. Düşünüyorum, ne fark var aslında arasında çöp torbalarıyla insanların. Ağızları sımsıkı bağlanmış çöp torbalarıyla… Çöp torbasının ağzını bağlamazsan kokar, yayılır etrafa; uzaklaşmak ister herkes, burnunu tutarak. İster siyah olsun torbalar, ister mavi; ister plastik olsun, ister doğa dostu… Giyinip süslenir insanlar, ama ağızlarını açmazlar. Açarlarsa bilirler, kaçar etraftakiler. Sözleriyle yaralarlar diğerlerini, kin kusarlar, küfür ederler, bağırırlar, çağırırlar. Açarlarsa ağızlarını, tıkamak isterler diğerleri kulaklarını. Bıkarlar aynı şeyleri duymaktan, bıkarlar önyargılardan, bıkarlar klişelerden, bıkarlar nefret söylemlerinden. Ağızlarını kapalı tutarlar; açarlarsa açığa çıkar gizli tuttukları kirli düşünceleri, aman kimse duymasın dedikleri fantezileri. Açarlarsa anlaşılır, gözükmeye çalıştıkları kadar ‘modern’ olmadıkları. Kimi çöp torbaları o kadar dolar ki, ağzını bağlarsın ama çözülür bir süre sonra  ya da yırtılır en alt en derin yerlerinden.  Kimi insanlar o kadar doludur ki; düşüncelerini tutamazlar içlerinde, kusarlar.

Otobüs durdu, son durak. Ben iniyorum, birde iki genç çocuk. Saat altı ama hava karanlık. Bulutlar neredeyse gözükmüyor artık. Yağmur durmuş ama sıkıntılı hava, aynı benim gibi. Yürüyorum, eve gideceğim. Yürüyorum, ara sokaktayım. Yürüyorum, adımlarım hızlı. Yürüyorum, sesler duyuyorum. Yürüyorum, arkama bakmak istiyorum, korkuyorum. Yürüyorum,  adımlarım daha hızlı. Yürüyorum, sesler yaklaşıyor. Yürüyorum, sendeledim, ayağım takıldı o lanet kaldırım taşlarına. Yürüyorum. Hayır, koşuyorum artık. Koşuyorum, bir nefes kadar yakın.

Koşuyorum İstanbul’da akşam, koşuyorum Türkiye’de kadın.

YAZAR: Yağmur TELEFONCU

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.