(Bu yazının okunması 4 dakika sürmektedir.)
“Sahneden çekilmeye hazırlanan güneş her tonuyla gökyüzünü boyuyordu. Kim bilir güneşin batışını izleyen kaç şaire ilham oldu, kaç ressam tablosuna bu manzarayı izleyerek fırça vurdu?
Bu zaman turuncu ve mavi orduların karşı karşıya gelme zamanıydı. Ne yazık ki bu yok olmuşluğun savaşıydı. İki ordu bozguna uğrayıp karanlığa gömülecekti.
Rüzgarın birbirlerini ayırmasına mahâl vermeyen bulutlar sahne sırasını almıştı. Bulutlar hüzünlüydü, kalem tutan elinin kağıtla her vedalaşmasında duyulan özlemi yaşayan bir şair kadar hüzünlüydü.
Doluydu bulutlar, sabır kelimesinin vücut bulmuş hali olan bir zatın içinde biriktirdikleri kadar doluydu. Gözlerini kırpıştırdı her bir bulut ve olan oldu. Yağmur başladı o şehirde. Bir kadın koşuyordu, bulutların üzüntüsüne ortak olmak istemiyordu besbelli. Adamın biri elinden tuttuğu kızına göre adımlarını ayarlıyor, yavaşladığını fark eder etmez onu kucaklayıp hızla uzaklaşıyordu. Daha çok üzülüyordu bulutlar, ağlamaları şiddetleniyordu, oradan geçen teyzeler bu yağmura şaşıp kalıyordu.
İnsanların kaçışlarını seyreden adam aklına bir fıkra gelmişçesine tebessüm etti. Belki de Nasrettin Hoca hem düşündürüp hem gülümsetmişti. Çekti gözlerini kaçaklardan seyre daldı bu kirli, kötü mahalleye bir armağan olan önündeki manzaraya.
Ceketinin iç cebinden çıkardığı çakmağı su damlalarından korumak istercesine çevreledi etrafına parmaklarını. Kırmızıyı aldatan çakmaktan çıkan maviyle yaktı sigarasını. Ateş kırmızı değil miydi, ateş kırmızıysa çakmaktan çıkan mavi neydi? Merak ederdi küçükken hep fakat merakıyla kalırdı, zahmet etmezdi çünkü merakını yenmeye.
Parmakları sigarasını korumaktan vazgeçti ve kollarını yağmurda ıslanmanın verdiği sevinçle saçlarının arasından geçirdi. Bulutlar bu sevinçten tatmin olmuşçasına yavaşladı.
Yağmur biraz daha yavaşladı çünkü biliyordu. Herkesin kaçacak yeri yoktu. Herkesin kaçacak yeri varsa da yakacak odunu yoktu.
Göz bebeklerine karanlık indi. Geçmişin izlerini taşıyan o duman adamın unutmak istediği ne varsa hepsini geri getirdi. O karanlıkta resimler canlanınca derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında aydınlığa kavuşacağını sanmıştı. Halbuki ay yerini almış seyircilerini selama durmuştu. Gözlerini kapattığında geçmişi zihnindeydi, gözlerini açtığında ise geçmişi mahallenin sonunda onu bekliyordu.
Kravatını gevşeten adam ceketini çıkardı. Hasta olmamalıydı. Malum, o sıradan biri değildi. Okuyacağı evrakları, imzalayacağı dosyaları olan ünlü bir iş adamıydı. Bir kere daha çekti sigarasını, ciğerlerinin yanışını hissetti, vicdanının sesi artık susmuyordu.
Sigarasını hışımla yere attı, büyük adımlarıyla mahallenin içine vardı. Sigarayı attığı yere geri döndü. O sorumluluk sahibi bir insan olmalıydı zira o söz vermişti kendine yıllar önce. Onu yerden aldı, küllerini toplamaya çalıştı. Çöp bulmak ümidiyle etrafı aradı fakat bulamadı. Ne bekliyordu ki bu kirli mahalleden?
Koşmaya başladı. Koşuyor, geçmişinden kaçıyordu. Nefes nefeseydi. Ne kadar koştu, bilemedi. En sonunda geçmişi onu eski bir evin önünde yakaladı. Vicdanı ise onu sorgulamaktaydı. Mücadeleyi kaybetmenin verdiği yenilmişlik duygusu ile kafasını çevirip ışığı yanan odanın camına dikkatli bir şekilde baktı.
Çocukluğundan hatırladığı bu kötü ev, kötü hatıralarının da barındığı yerdi. Titreyen vücudu öne doğru eğildi, gördüğü karaltı annesi olmalıydı.
Bu hikayenin sonu nasıl bitecekti bilmiyordu.
Tereddütte kaldı, yola eski defterini tamamlayarak mı devam etmeliydi yoksa yeni açtığı say-”
Kapıya çarpan buruşmuş parmakların sesi rahat bir nefes alması için başlayan molanın habercisiydi.
Masasının üstünü boş kahve fincanları, imzalayacağı evraklar, minik kızının fotoğrafı, elinden bıraktığı kalem ve birkaç saat önce kalemin selamlaştığı eski bir defter dolduruyordu. Odanın içini ise aşağıdan gelen yemek kokuları sarmıştı.
Rüzgar, bir pencereyi ne kadar hafifçe itiyorsa kapıyı iten yaşlı kadın rüzgarı o kadar anımsatıyordu.
Elindeki birçok yemek tatmış tahta kaşığını bir an için ona yönelterek uslu bir çocuk olup yemeğe inmesi için tehdit edercesine sallamaya başladı. “Yemeğe inmen için sana beş dakika veriyorum.” dedi en içten gülümsemesiyle.
Oğlu karşılıksız bırakmadı yaşlı kadının gülümsemesini, arkasına yaslandı ve tavana baktı. “Bir adamın çok zaman sonra geçmişini kabullenişinin hikayesiydi.” dedi.
Artık bu hikayenin sonunun nasıl bittiğini biliyordu.
Yazar: Betül Beyza Gültekin