
(Yazıda anlatılan kitap karakterlerinin isimleri spoiler içermemesi amacıyla değiştirilmiştir.)
“Bu yazının okunması yaklaşık 4 dakika sürmektedir.”
“Her şey şimdi ve buradaydı, sonra sonsuzluğa dek karanlık… Ama kızın gözlerinde gördüğü bu ruh, asla bu dünyadan ayrılmayacak ölümsüz bir ruhtu. O zamana dek tanıdığı hiçbir kadın ve erkek ona ölümsüzlük mesajını vermemişti. Yalnızca o…” böyle düşünmüştü Paul, Valeria’yı ilk gördüğünde. Bütün duruluğuyla, zarifliğiyle bir kitap karakteri gibi karşısında duruyordu. O, şu ana kadar gördüğü kadınlardan çok farklıydı, hep sevmeyi beklediği kadındı.
Ama kendisine çok uzaktı Valeria, kendi sınıfından değildi, kendisinden çok farklı bir hayat yaşıyordu. Buna rağmen Valeria da ona karşı nedenini bilmediği bir çekim hissediyordu ama onu sevebileceğini düşünmüyordu. Paul, onun ve çevresinin yargılarına göre sevebileceği bir erkek değildi.
Paul ona ulaşmak için elinden geleni yaptı. Kitaplar okudu, sözcük dağarcığını geliştirdi, giyimine çeki düzen verdi, böylece her gün ona daha çok yaklaştı. Valeria ise değiştirebileceği, şekillendirebileceği ve buna rağmen kendisini sevebilecek bir adam bulmanın memnuniyeti içerisinde onunla vakit geçirmeye başlamıştı.
Üstelik mantığın aşkla hiçbir ilgisi olmadığını düşünmüştü Paul. Onun için sevdiği kadının doğru düşünüp düşünmediği önemli değildi. Eğer Valeria kendisini bir konuda anlamıyorsa bu yine de ona olan sevgisini değiştirmiyordu.
Zaman geçmişti, Paul değişirken gittikçe boşluğa tırmanıyordu. Varoluşu hakkında gereğinden fazla okuyup sorgulamanın kendisiyle insanlar arasında açtığı boşluğa doğru itiliyordu. Kendini hiçbir yere ait hissedemiyordu. Ne kendi çevresi gibi düşünebiliyordu ne de Valeria ve çevresi gibi…
Yazar olmaya karar verip denemeler, öyküler yazmaya başladığında inatla herkes ona doğru dürüst bir işe girmesini söylüyordu. O saatlerce, günlerce, aylarca çalışırken herkes ve her şey tarafından reddediliyordu artık sevgilisi olan Valeria bile, kendisiyle evlenmesi için ona iş bulmaya çalışıyordu.
Valeria’ya öykülerini, şiirlerini okuyordu ve hiç yoktan onun tarafından gerçekten desteklenmeyi istiyordu. İlk bakışta içlerinde ölümsüzlüğü gördüğü bu gözler, artık ona bambaşka geliyordu. Bu kadının gözleri artık ona değil, boş bir duvara bakıyordu sanki. Kulakları onu dinler gibi yapıyordu ama gerçekte onu anlamaktan çok uzaktı.
Valeria Paul’u değiştiremeyeceği noktada takıldığını fark ettiği anda terk etti. Oysa onu sevmişti, gerçekten de sevmişti ama değerlerini ve kendi hayatıyla ilgili şeyleri daha çok seviyordu. Bunları karşısına alma cesaretini gösteremediği için Paul’dan vazgeçmeyi seçmişti.
Yorgun ve hayal kırıklığı dolu gözlerle kitaplarına baktı Paul. Artık yanında başka kimse kalmamıştı. Çevresiyle arasında bilmem kaç bin kitaplık bir uçurum vardı. Ne geri dönebilirdi, ne de bir adım daha ileri gidecek gücü kalmıştı. Tam bütün ümidini kaybedip yazmayı bıraktığı anda hayat ona yüzünü döndü ve kitapları ansızın yok satılmaya başladı. Herkes onu konuşuyor, herkes onun peşinden koşuyordu. Oysa iş bitmişti. Bütün bunları herkes ona sırt döndüğü zamanlarda yazmıştı ve artık kimsenin ona olan ilgisinin ardındaki samimiyete inanmıyordu.
Böyle günlerden birinde döndü Valeria ona. Evine geldi. Ağlıyordu, titriyordu, onu affetmesi için her şeyi yapmaya hazır gözüküyordu. Madem Valeria ona aşıktı, neden gelmek için Paul’un ününü beklemişti? O aynı insandı işte, ne eksik ne fazla. Değişen şey sadece statüsüydü. En zor zamanında yanında olmayan bu kadın statü sahibi olduğunda onunla birlikte olmak istiyordu. Peki aşk bunun neresindeydi?
İlk gördüğü anda aşık olduğunu sandığı bu kadına aslında aşık olmadığını fark etti. O, kendi kafasında idealize ettiği olağanüstü bir yaratığı sevmişti ve onun da aynı kendi gibi hiçbir mantığın aşkın üzerinde olmadığını düşündüğünü sanmıştı. Onu hayallerindeki o kadına oturtmuştu ve onun o olduğuna öylesine kör bir şekilde emin olmuştu. Oysa Paul boşluğa tırmanırken Valeria, onu anlamaya bile yaklaşmamıştı.
Yanılmış mıydı Paul, mantığın aşkla hiçbir ilgisi olmadığını düşünerek? Yoksa aşkın bütün bu çevrenin, sınıfların, insanların üzerinde olduğunu düşünerek mi yanılmıştı? Uğruna her şeyi yapabileceği bu kadından tek bir şey beklemişti: Her şeye rağmen onunla birlikte kalabilme cesareti. Hayal kırıklığı mıydı Paul’un aşka inancını bitiren, onu herkesten farklı gören o insanın bile onu aslında göremiyor olması mıydı?
İş bitmişti, boşluğa tırmanış bitmişti.
Tutkuyla hayata bağlı olan, mutluluğu ve aşkı için hiç pes etmeden savaşan o, artık boşluktan başka bir şey hissedemiyordu.
İnsanlar ve hayat hakkında yanılmış olmanın bedelini ödüyordu.
Şimdi farkında olmadan tırmandığı bu boşluktan atlama zamanıydı.
“Deniz durgun ve kucağına aldığı her şey uykuda,
Tek bir adım ve her şey bitecek. Bir atılış, bir kabarcık,
ve sonsuzluk.”
Yazar: Yaren Köse