Aşırı Empati Sendromu
Empati; karşınızdaki insanın duygularını, düşüncelerini, hislerini anlayabilmek ve buna uygun tepkiler verebilmek olarak tanımlanmaktadır. İlk bakışta gözümüze herkesin sahip olması gereken, faydalı bir özellik olarak gelebilir fakat her şeyde olduğu gibi empatide de aşılmaması gereken bir sınır vardır. Bu sınır aşıldığı durumda bir anda hayatta kendimizi aslında var olmayan üçüncü bir kişiye göre yaşıyormuş gibi hissederiz.
İnsanoğlu bazı duyguları gözlemleyerek, taklit etme ve aynı duyguları hissedebilme özelliğine sahiptir. Yani karşınızdaki insan endişeliyken, mutluyken ya da üzgünken hissettiği şeyleri, o insanı gözlemleyerek anlayabilmeniz mümkündür. Bu duruma sebep olan şey ise aslında ayna nöronlarımızdır. Bir insanın duygularını anlamaya çalıştığımız süre içerisinde beynin farklı yerlerindeki ayna nöronlar harekete geçiyor ve hislerimizi, hareketlerimizi, duygularımızı etkiliyor. Ancak ayna nöronların her duyguyu anlamada bize yardımcı olduğunu söyleyemeyiz. Yapılan araştırmalar şiddet, stres, öfke gibi olumsuz duygular karşısında ayna nöronların düşük oranda harekete geçtiğini; sosyalleşme, bağlılık, arkadaşlık gibi olumlu hisler karşısında ise yüksek oranda harekete geçtiğini söylüyor. Kısaca ayna nöronların aslında “ait olma” duygusuyla bağlantısı vardır. İşte empatiyle ayna nöronlar arasında bağlantıyı kuran nokta da tam olarak burasıdır. Peki empati insanda ne zaman gelişmeye başlar? Nasıl kontrolden çıkar?
Aslında insanlar empati duygusunu bebekliğinden itibaren içlerinde taşırlar. 2 yaşından itibaren bir bebek aynaya baktığında, karşısında gördüğü şeyin kendisi olduğu bilincine varır .Empati duygusu ise işte bu yıllarda gelişmeye başlar. Bu zamandan itibaren çocuklar etrafındaki insanların yaptıklarını gözlemleyerek ve kendi hayatlarıyla bağlantı kurarak duyguları tahmin etmeye ve deneyimlemeye başlarlar. Ancak başta da bahsettiğimiz gibi bu duygu insanda her zaman tam olarak sağlıklı gelişmeyebilir. Çoğunlukla sevgi eksikliği hisseden ve toplum tarafından dışlanılmış bireylerde, empati duygusu gereğinden fazla gelişebilir ve bu insanlar sevilmek ve değer görmek için tüm davranışlarını karşısındaki insanlara göre düzenlemeye başlayabilir.
Bu sendrom insanın içindeki benlik duygusunu zedeler, kendi hayatı üzerindeki kontrolünü kaybetmesine sebep olabilir. Bencillik ne kadar kötüyse, benlik hissinin ortadan kalkması da bir o kadar kötüdür çünkü bu durumda insanlar kendi hayatlarını sağlıklı bir şekilde yaşayamaz ve özgüven eksikliği, sosyal ilişkilerde bozulma gibi birçok problemle karşı karşıya gelebilirler. Bu durumu yaşayanlar genelde bir başka insanla sağlıklı iletişim kuramazlar çünkü karşısındaki insanın ondan sıkılacağını düşünür, derdini ya da sevincini paylaşamaz sürekli karşısındakileri dinlerler. Bir süre sonra bu durum insanın içinde ağırlık hissi oluşturur, iyi veya kötü niyetli herkesin hayatına kendinizi uydurmak sizi depresyona sürükleyebilir.
Yaşanılan empati hassasiyetinden kurtulmak için en önemli adım ise, bunun farkına varıp kabullenmeyi başarmak. Çünkü çoğu insan bu sendromu aslında vicdanıyla eşleştirdiği için farkına bile varmıyor. Fakat bu hormonlu vicdanlar bizi her gün daha kötü bir sona hazırlıyor ve ”Böyle olmazsam beni sevmezler.”, “İnsanları anlamak zorundayım, yoksa iyi biri olamam.” diyerek kendini bu durumun içine hapsediyor. Oysa hayatımızda koşulsuz şartsız her insan için kendimizi feda etmek doğru bir şey değildir ve kötü niyetli insanlara karşı savunma mekanizmamızı devre dışı bırakır. Bu yüzden gerekli durumlarda sınır çizmeyi, her insanın derdini dinlemek kadar derdimizi anlatabilmeyi ve en önemlisi yeri geldiğinde “hayır” diyebilmeyi öğrenmeliyiz. İnsanın sahip olduğu tüm duygular, sağlıklı düzeyde olduğu sürece, ruh sağlığının korunması ve kendisini koruması açısından önemlidir. Ancak, iyi bir özellik olduğunu düşündüğümüz empati bile eğer abartılırsa kötü sonuçlar doğurabilir. Bu yüzden her insanın hislerini ve kendisini tanıyıp, aşırılığa kaçmaması gerekmektedir.
YAZAR: Nisan KAYSERİLİ