Kendimi bildim bileli yollardan her daim zevk almışımdır. Önümde uzanıyorsa asfalt yol, yanları yeşillik; gökyüzünde martılar… İşte o zaman kendimi hissediyorum. Ruhumu hissediyorum. Tekerlekler dönüyor ve kulağımda tıngırdıyor notaların huzurlu tınısı işte o zaman ben, ben oluyorum. Yoruyor beni şehir, yoruyor beni insanlar. Bakıyorum bir kalabalık var çevremde ama o insanları hissedemiyorum. Kuru bir gürültüden ibaret oluyorlar benim için. Sahte dostluklar, yapmacık gülüşler ve yalan kahkahalar. Yol böyle değil, yol huzurlu ve gerçek. Kalabalığın sahtesinden, yalnızlığın gerçekliğini yeğlerim. Saçlarım değiyor cama, başım sallanıyor yoldaki taşların sarsıntısıyla. Ruhum dolup taşıyor bedenimden. Sorguluyor zihnim, beklemede yüreğim.
Camı açıp bağırasım geliyor, susuyorum. Yola bakıyor gibi gözüksem de yolu görmüyorum. Bakmakla görmek arasında fark var, biliyorum. Yola bakarken aslında sevdiğimin gülüşünü görüyorum. Ne de güzel gülüyor, utanmadan! Çekil, diyorum, yolu görmek istiyorum. Dostlarım geliyor bu seferde; yola bakıp onları görüyorum. Nasıl ki bakmakla görmek arasında fark varsa dost ile dost arasında da fark var. Telaffuzu aynı, yazılışı aynı ama peki ya hissettirdikleri? Geçip gidiyorum yiten sevgilerimin biten dostluklarımın yanından. Bir şeyler fırlatıyorlar ama anlamadım ne olduğunu. Ah bu miyopluk beni öldürecek! Ne fırlattılarsa sırtımdan yüreğime giden bir sızı var ama olsun, geçen günlerin hatrına katlanılmayacak gibi değil.
Asfalt ile işim bitti diyorum kaldırıyorum başımı, gökyüzüne bakıyorum. Martıları ve beyaz bulutları görüyorum. Sonra martılarda gidiyor, bulutlarda. Herkes kendi yoluna diyor sanki bana. Yine değişiyor gözümün baktığıyla gördüğü. Gökyüzüne bakıyorum ama gördüğüm şey gökyüzü olmuyor. Umudu görüyorum önce. Tam ‘Hoş geldin! Sana tam ihtiyacımız olduğunda geldin’ diyecekken gözümü kırpıyorum; umut ruhuma sızıyor ama gözümün gördüğü değişiyor. Yiten canları hatırlatıyor bana gökyüzü; ailemden gidenleri de hiç suçu yokken yitenleri. Tam başlayacağım sövmeye; katillere, tecavüzcülere, vatan hainlerine, adaletsizliklere, geçmişe, geleceğe; umut göz kırpıyor içimde hadi diyor, hadi bir umut. Babaannem gülümsüyor, gökyüzünden. Bir şey demese de bakışı ve gülüşü yetiyor; lavanta kokusu doluyor ciğerlerime. Kokusunu çekiyorum içime, ciğerlerimin her köşesi özlem gidersin diye. Gözlerimi yumuyorum ve karanlığım başlıyor.
Ne kadar süredir yoldayım, ne zamandır gökyüzüne baksam da aslında onu görmüyorum bilmiyorum. Bir görüyorum ki gelmişim gökyüzünün en güzel saatlerine. O herkesin şiirler yazdığı klasik mavisi gitmiş efsunlu moru gelmiş.
Ve yolun sonu… Çekiyorum arabayı bir kenara ve iniyorum o demir yığınından. Birkaç adım sonra ayaklarım önce kuma değiyor sonra Kilyos’un o ferah sularını hissediyorum.
Bu yolculukların insan ruhuyla bir derdi var kesin başka türlü kimse açıklayamaz; neden yoldayken tüm geçmişinin insanın gözünün önünden, ruhundan, yüreğinden geçtiğini.
Oturuyorum kumsala, dalgalar bir geliyor bir gidiyor. Gözyaşlarımı alıyor kendine katıyor. Yavaşça çıkarıyorum sırtımdakileri. Fazla derindeler ama bünye alışık, söküyorum tek tek. Bir iki kanayacak gibi oluyor duraksıyorum. İşim bitince tamamen uzanıyorum suya.
Dalgalar geldikçe yakıyor sırtımı ama dayanılamayacak bir şey değil. Beynim yoruluyor, düşüncelerim beni terk ediyor. Yüreğim suyun ferahlığıyla her dalgada ferahlıyor ve işte ruhum içime doldu, her şey tamam.
Evet, belki yolların insanın ruhunu zorlamak gibi bir derdi var ama ben bunu seviyorum. Yollar ilacı oluyor ruhumun ve yüreğimin. Bir batarya gibi şarj ediyor beni tekrar ‘kalabalıklar içindeki yalnızlığıma’ dönebileyim diye.
Başlangıç noktası belli sonu doğaçlama yollar da olmasa nice olurdu halimiz? Japonca bir kelime var: Wabi-Sabi. Fani ve kusurlu olmayı, yaşam ve ölüm ikilisini kabullenip, bu ikili içindeki güzellikleri görmeyi ifade ediyor. İlk okuduğumda çok tanıdık geliyordu. Nereden acaba diye düşünürken bir de gördüm ki Japonların sıfat deyip kullandığı kelimenin yansıması aslında somutmuş.
Wabi-Sabi aslında yollarmış da bizler bunca yıldır bakmışız ama görememişiz…
Yazar: İrem Asya Şallı