Yolun Sonu

“Başaracağım, başarıyorum da…”.

Kalemi bıraktı. Daha fazla yazamayacak gibiydi. Kelimelerin içini yeterince dolduramıyordu bugün. Telefonunu eline aldı. Sosyal medya hesaplarına göz gezdirdi. Arkadaşının nişan fotoğraflarını inceledi. Ne tuhaftı, çocukken birlikte ekmek arası ketçap yediği arkadaşı şimdi kilometrelerce uzakta, kendi ailesini oluşturmak için adımlar atıyordu. Gülümsedi. En azından arkadaşı mutlu olacaktı. Eşofmanlarını ve parkasını giydi. Masanın üzerinden sigarasını ve anahtarları aldı. Yürüyüşe çıkacaktı.

1 Ekim’de 27 yaşına girmişti. 27 yaşında bir insanın şimdiye kadar hayatta neleri başarmış olması gerekiyordu? Toplum ne isterdi ondan? İyi bir işi ve ufak da olsa bir evi vardı. Bunları nasıl elde ettiği önemli değildi toplumca, sonuçta artık onundu. Mesela yıllarca özel okullarda okutulmuş olması, okul bittiğinde babasının arkadaşlarının ona iş ayarlamış olması… Hiçbir önemi yoktu. Her şey onun başarısı gibi görünüyordu dışarıdan nasılsa. O başarmıştı.

Kirli beyaz bir köpek yanına yaklaştı. Epey iriydi. 3 saniyelik göz temasından sonra yola beraber devam etme anlaşması yaptılar ve yürümeye başladılar.

Eksik olan neydi? İstediği her şey elinin altındaydı. İnsanlar ona saygı gösteriyordu. Belki de sorun buydu. İstediğinden fazla saygı görüyor lakin hiçbir şekilde sevildiğini hissedemiyordu; sevdiğini de. Birkaç kere çok sevmişti. Sonra kimseyi sevememişti. Yapmacık sevgilerle kucaklamıştı herkesi; arkadaşlarını, ailesini, sevgililerini…

Hızlı bir yağmur başladı. Memnun olmuştu. Yol arkadaşı da mutluydu. Mutsuzluklarıyla mutlu bir şekilde yollarına devam ettiler nereye gittiklerini bilmeden. Az önce barların olduğu bir sokaktan geçmişlerdi. Bağırarak gülen insanların arasından, sigara dumanlarının altından, kırık şişelerin yanından… Bu yol tanıdıktı. Farkında olmadan gittiği bu yolun sonunda unutamadığı anıları vardı.

O eski apartmanın önüne gelmişti. Durdu. Duvarda “Sen suçlusun!” yazıyordu. Kim görürse görsün kendini sorumlu tutsun diye. O da suçluydu. Ama şanslıydı, aylar olmuştu bu duvarı görmeyeli, suçlu hissetmeyeli. Birinci katta oturan esmer, siyah saçlı ve dünyadan umutsuz adam bu yazıyı her gün defalarca görüyordu. Diyor muydu acaba “Suçluyum. Keşke kırmasaydım kalbini.” diye? Demezdi. Dünyadan umutsuz ve esmer adamlar hep böyleydi çünkü. Umutsuz ve umarsız. Kendini, onu sevenler hariç herkese adamış adamlar.

Birinci katın penceresine bakıyordu öylece. Yağmur damlaları boynundan aşağı doğru süzülüyordu. Sağına baktı. Yoldaşı da ıslanmıştı. Sarıldı ona. Bu sefer yapmacık değildi.

Eve döndü. Kapının önünde vedalaştı arkadaşıyla. İçeriye girdi. Duş aldı. Yağmurun yapış yapış ıslaklığından pek hoşlanmamıştı çünkü. Düz siyah geceliğini giydi. Yatağına doğru gidecekti ki masaya ilişti gözü. Oturdu ve kalemi eline aldı tekrar. Yeni bir sayfa açtı. İçi dolu kelimelerini yazdı bu defa:

“Başaramadım, asla başaramayacağım.”

Şarkı Önerisi: Adele – Set Fire to the Rain

 

YAZAR: Hale İpek KAYIKLIK

 

 

Hale İpek Kayıklık

TPÖÇG Blog Yazarı | Bilkent Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.