
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber develer tellal iken Amerika’nın Ashton’ınında Edward Bloom adlı bir çocuk yaşarmış…
Big Fish için böyle başlamak uygun olur, herhalde. Çünkü bu filmde de Tim Burton’ın diğer filmlerinde olduğu gibi masalsı yaşantılar anlatılıyor. Makas Eller(Edward Scissorhand), Alice Harikalar Diyarında, Beter Böcek, Ölü Gelin, Sweeny Tood: Fleet Sokağının Şeytani Berberi… Big Fish’in, bunlar ve benzeri diğer tüm fantastik Tim Burton filmlerinden farkı aydınlık olması. Hepsini şöyle sırayla bir hatırladığımda diğer filmlerin karakterleri için ben ‘kirli’ diyebilirim. Eğer öyleyse Big Fish, temiz bir film sayılır. Burton’ın orta çağ karanlığından günümüze taşıdığı yaratıkları yerine, bu filmdeki karakterler Andersen Masalları’ndan seçilmiş gibi. Hatta öyle ki Helena Bonham Carter bile bu filmde sarışın bir genç kız rolünde. (: (: Sarı nergisler, ışıklar, ütopik kasaba, sirk, fazla parlak renkler ile film fazlasıyla psychedelic.
Fantastik kurgu, hepimizin olmak isteyip olamayacağı, yaşamak isteyip yaşayamayacağı, özdeşleşmekten gurur duyacağı karakterler ve hayatlar sunar. İzledikten sonra tekrar kendi sıkıcı hayatımıza dönüp gönül rahatlığıyla sıkıcı işlerimizde çalışmaya devam edebiliriz. Bize ihtiyacımız olan hayal’i, günün temposunda kaybolan büyüyü ve heyecanı verir. Bir bakıma umuttur. Ayrıca, gerek endüstride gerek kitleler arasında en popüler türdür.
Beyaz perdenin fantazyasında, bilinmedik bir serüvenle karşımıza çıkan insan, gerçek ile fantastik olanın iç içe geçtiği büyülü bir dünyadadır. Fakat bu filmde fantastik kurgu doğaüstü güçler ile kurulmamıştır. Edward Bloom sıradan bir insandır. İlginç tesadüflerin veya istisnaların girdabına kapılmış olabilir. Aslında film sürrealizim ve realizim arasında kalmış sayılabilir. İç içe geçmişlikten ziyade gerçek hikaye ve fantastik hikaye arasında git-geller vardır. Bu da filmin akışında ve izleyicinin fantazyaya girmesinde kopukluklara neden olmuştur. Big Fish için fantastik filmin bir diğer özelliği olan simgesel kapalı anlatımın varlığından da pek söz edilemez – yahut ben göremedim-. Yine, seçilen karakterler de kendi içinde tutarlı ve fantastik olmaktan çok uzaktır. Yani bana kalırsa filmde fantastik kurgu değil masalsı anlatım ön plandadır. Şimdi düşünüyorum, bu filmi ilk izlediğimde fantastik olduğunu düşündüren neydi? Belki de yanılıyorumdur, film tam olarak fantastiktir. Bilmiyorum. Neredeyse bütün eleştirmenler fantastik olduğundan övgüyle bahsetmiş. Ben uydurdum galiba. Neyse, sonra konuşuruz..
Yetişkinlerin masala olan ihtiyacı ve sinema endüstrisi birlikte düşünüldüğünde psikanalitik ve kapitalizm çerçevesinde politik yorumlar yapmak mümkün. Fantastiği besleyen masallar, kolektif ve kişisel bilinç dışının dışa vurumu bağlamında neredeyse rüyalar kadar göstergeseldir. Fantastik kurgu ve analitik psikoloji birlikte düşünülmeli. Metinler ve filmler bu açıdan da değerlendirilmelidir.
İlk çağlardan beri politik amacına uygun olarak masal anlatma ya da yaratma hakkı hep küçük bir grubun elindeydi. Big Fish’de de bu hâkimiyeti elinde bulunduran yönetmen, hâkimiyeti kendine veren sinema ile durumu eleştirir. Yani yönetmenin yaptığı ilişkisellik üzerinden masalcılığı yüceltmek. Diğer film yorumlamalarının aksine düşüncem, baba-oğul ilişkisinin alt metin olmaktan ziyade filmin yürek burkan ve gerçekçi yanı olduğu. Burton, masal anlatmanın büyüsünü gösterip masalın gerçekle bağlantısını irdeleyerek masalsılığı yüceltmiş diyebilirim. Babamızdan, çocukken heyecanla dinlediğimiz masalları büyüdüğümüzde dinlemeye tahammülüz kalmaz. Will’ de tam da bu sebepten babasına büyük bir öfke duymaya başlar. Oysa Edward’ın da dediği gibi “insan ne kadar çok hikâye anlatırsa kendisi de hikâye olur ve hikâye ondan sonra da yaşamaya devam eder. Böylece insan ölümsüz olur.”
Filmin sinemadan çıkmış etkisi ise daha çok ilk açıklamaya uyuyor. İyinin olma olasılığı, iyi bir anlatıcı ile hepimizi çocuklaştırıyor –tabii çocukların masalları büyüklerden daha çok sorguladığını düşünmüyorsak-. Ben de filmden sonraki birkaç saat içinde Perihan teyzenin gelip zamanı geri almasını beklerken ki etkiyi yarattı.
Filmi izlerken not almışım. Filmin aslına bakılırsa güçlü bipolar bir yanı var. Akşamüstü çekilmiş renkli bir film ya da gökyüzü hala griyken çıkan gökkuşağı gibi. İnsanda bıraktığı his de tam olarak öyle. Sonrasında, bunun Tim Burton ile alakalı olabileceğini düşündüm. Araştırdım fakat bir şey bulamadım. Bilen – bulan haberdar edebilir (:
En başta yapmam gerekeni en sonda yapıp filmden biraz bahsedersem Edward Bloom, başından ilginç olaylar geçmiş ve bu olayları renkli üslubuyla anlatarak ışıklar altında olmaktan her zaman hoşlanmış bir adamdır. Oğlu Will ise sürekli dinlediği ve kendini geri planda bırakan masallardan dolayı babasına kızgın bir gazeteci. Sonra bu Will’in düğününde bunlar bu masal anlatma şeyi yüzünden kavga ediyorlar, Will paris’e gidiyo. Edward kanser olunca babasının yanına geri dönüyo o sırada Edward’ın hayatı gösteriliyo falan. Ay devamını yazamayacağım, bu kısmı yazmak çok sıkıcı internetten bakarsınız. Filmden yapılacak çok güzel alıntılar var onları da internetten bulacağınızı umuyorum.
Sevgiler. Elif.
Anlam ve önemine: Sattas-Büyüklere Masallar
Fantastik film önerisi: Pan’ın Labirenti
Biraz karmaşık bir yazı oldu. Siz yine de bana pek inanmayın. *tartışmaya açık bıraktım çayın altını (:
YAZAR: Elif Gül ŞAHİN
TPÖÇG Blog Yazarı | İstanbul Medipol Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi