
Ağzında acı bir tat ile uyanmıştı bu sabah, sanki diğer bunaltıcı sıcak sabahlardan farksız gibi. Geceden planını kurmuştu günün, arkadaşları ile pikniğe gidip kahvaltı yapacak sonrasında da biletini aldığı tiyatro oyununa katılacaktı. Çok heyecanlıydı tiyatro için çünkü uzun zamandır beklediği oyunun biletini ancak bulmuştu ve oyunu sonunda seyredebilme imkânını elde etmişti. “Ah!” dedi birden, nasıl da unuttum akşamdan poğaçaları hazırlamayı? Kızlara da söz vermiştim oysa dereotlu poğaçalar benden diye. “Neyse artık bu saatten sonra yetişmez. Ama şimdi Zeynep de yaparsa poğaçaları olmaz ki, benim gibi güzel poğaça yapanı yok. Ne yapıp ne edip yetiştireyim poğaçaları.” Kalktı, elini yüzünü yıkadı, avuç içlerindeki kesiklerin sızısıyla irkildi. İki avucuna da uzun uzun baktı. Bir elini öbürüne koyup bir kıtayı tekrar keşfeder gibi çözümledi. Hayalin gerçek ile uyuşmadığı tüm anlardan bir kez daha nefret ederek; “Yaşlandın be güzelim Selda, yapayalnız yaşlandın.” dedi içinden. Bu odaya da yeni çıkmıştı. Öncesinde daha büyük bir evde, kendi seçtiği eşyalarla yaşıyordu. Şimdi ise tek göz odada kiralık eşyalar ile. Bir iş bulmalıydı, en azından kendi öyle düşünüyordu. İş bulduğunda kimse onu tutamazdı burada, ne o odasına sık sık gelen tatlı kız ne ev sahibi olduğunu düşündüğü sürekli beyaz önlükle gezen ada, ne de geceleri ses çıkaran komşuları. “Evet!” dedi yüksek sesle “İş bulmalıyım. Belki bir pastane açarım, o güzel poğaçalarımdan yaparım, belki de bir kaset dükkânı. Hani yok muydu çocukluğumda bizim aşağı mahallede, çeşit çeşit kasetler satardı.” Cama doğru yaklaştı “Bahçede ne çok kişi var.” dedi. “Hazırlanayım ben de ineyim, boş ver pikniği, tiyatroyu. Bugün bütün gün canım, bahçede oturmak istedi. Zaten poğaçalarım da pek bir yavan oluyor, beceremiyorum sanırım.” Üstüne bir hırka geçirdi. İniyordu, aklına uyuyan oda arkadaşını da bahçeye çağırmak geldi. Usulca yanına eğildi, kulağına fısıldar bir biçimde: “Nermin, Nermin hadi bahçeye inelim, canım çok sıkıldı.” dedi. Nermin hiç duymuyor, gözlerini açmıyordu. “Nermin beni duymuyor musun?” dedi tekrar. Nermin’den ses gelmiyordu henüz, Selda bu duruma sinirlendi. “Akşam içiyor ilaçları sonra bütün gün uyuyor. Alacağın olsun Nermin, bunu unutmayacağım.” Kapıya bir kez vuruldu, sonra da açıldı. Geçen beş saniye içerisinde Selda kimin geldiğini düşünüyordu. Evet, o her gün ziyaret eden tatlı kız gelmişti yine. “Günaydın Selda Hanım!” dedi güler yüzüyle. Çıtı pıtı, güzelce bir kızdı. Onu çok severdi Selda ama onun neden sabah akşam odasına geldiğine bir anlam veremiyordu. “Bir haftadır buradayım Elif, her gün odama geliyorsun, beni mi çok sevdin yoksa yalnız mı hissediyorsun kendini”’ diye sordu. Bir haftadır içinde tutuyordu bu soruyu. “Sizi çok seviyorum Selda Hanım. Hatta buradaki herkesi çok seviyorum.” dedi. “ Nasıl yani bir insanın görevi herkesi sevmek olabilir mi?” “Tabi olabilir efendim.” dedi ve kocaman gülümsedi. “Biliyor musun Elif, çok yalnızım burada, gerçekten çok yalnızım. Öksüz değilim, yetim değilim ama bazen kimsesizim.” “Yanınızdayız efendim biz, ne zaman isterseniz baş doktorla konuşabilirsiniz bunu biliyorsunuz.” dedi Elif ona. “Biliyorum ama evi özlüyorum. Neyse hadi senin daha çok işin var tüm odaları kontrol edeceksin, tutmayayım seni.” diye kapattı konuyu. “Görüşürüz Selda Hanım.” dedi ve çıktı odadan Elif. Yatağa çıktı, sırtını yasladı başlığa doğru, bacaklarını kendine çekti. Birden içindeki tüm hiddetle kendine zarar vermek istedi. Yatağın altında sakladığı çakmakla ya da çarşafları birbirine bağlayarak oluşturduğu halatla. Nasıl düşmüştü bu hastalığa ve nasıl iyileşecekti? Belki de annesinin ölümüne benzeyecekti vedası bu dünyaya, bir borderlinelı gibi ölecekti bundan kurtulamadan. Bunları düşünürken daldı gözleri. Yavaş yavaş kapandı göz kapakları, çoktan uykuya dalmıştı.
YAZAR: Miray Özden KIRAN