
(Bu yazının okunması yaklaşık olarak 4 dakika sürmektedir.)
“Fazla düşünmek insan için bir zehirden farksız.” diye düşündü.
Mantığını konuşturarak sürdürdüğü hayatının içinde gün geçtikçe daha da boğulduğunu fark ediyordu şu günlerde. Masasının başında gözlerini kaleminin ucundan akan mürekkepte gezdiriyorken uzun bir zamandır devam eden mide bulantısının içtiği kahveden değil de içinden çıkamadığı düşüncelerinden kaynaklandığını anladı. Okumaya çalıştığı kelimelerin birbirine girdiğini hissedince önündeki kalın kitabı bir çırpıda kapattı. Kitabın altındaki defteri gün yüzüne çıktı böylelikle, günler öncesinde üstüne yazdığı yazıyla karşılaştı:
“Diyelim ki düşlediğin yerde olabilme gücü var elinde, nerede olmak isterdin?
Sorduğumda insanlar boşlukta süzüldüğünü, ya da hayatın akışına kapılıp gittiğini söylüyor. Varacağı noktanın, varmak istediği yerin neresi olduğunu bilmeyen bir insanın zaten rüzgârın onu oradan oraya savurmasına izin vermesinden başka şansı yok gibi görünüyor. Peki sen nerede olmak isterdin? Rüzgâr durdu, ayaklarının üzerindesin artık, önünde de uzun bir yol var… Nereye çıksın isterdin o yol?”
Çoğu şeyin farkında değildi son zamanlarda. Neyi neden yapıyor, nasıl etki bırakıyor, ne düşünüyor, ne istiyor… Ne hissettiğini biliyordu yalnızca. Bu yaşına kadar düşünceleriyle hayatını yönetmiş ve duygularını halının altına süpürür gibi bir kenara atmış birisi olarak, o duygular bir ânda ortaya çıkıp toz bulutu gibi tüm vücudunu kaplayınca nasıl hareket edeceğini bilemez hâle gelmişti.
Mesela mantığıyla hareket etseydi, bu sabah denk geldiği paradoksu çözmek çok da zor gelmezdi ona. Filozof Zeno’yu okurken karşılaştığı paradoks, duyguları işin içine girdiği vakit zihnini oldukça zorlamış, hedefini şaşırtmıştı. Kendine hedef bildiği noktaya giden yolda neden yürüdüğünü unuttuğu ân, ucuna koyduğu hedefin tıpkı mantığı gibi tuzla buz olduğu ândı. Hedef kalmayınca ortada, zamanın da bir önemi kalmamıştı sanki.
Takip edemiyordu zamanı birkaç gündür, zihniyle takip edemediği zamanı kontrol etse neye yarayacaktı ki? Bakmıyordu takvimlere, dokunmuyordu gözleri saate. Daha hangi günün hangi saatinde olduğunu dâhi bilmeden, nerede olmak istediğini düşündü yüzsüzce.
Dikotomi paradoksuna göre başlangıç noktasından yola çıkan birisinin bitiş noktasına varması imkânsızdı. Yani biz nerede olmak istersek isteyelim, o noktaya asla varamayacaktık; şayet varmak istersek sonsuz bir zaman geçmeliydi bunun için ki bu, asla demekti. Bu paradoks ona, sabah elindeki ekmekle evine döndüğünde anlamsız gelmişti. Sonuçta bir noktadan çıkmış ve varmak istediği noktaya varabilmişti. Fakat paradoksu okuduğu vakit aklına bu kadar yatması, aklı ve hayatın gerçeği ile çelişkiye giren bir durumun oluşmasına neden olmuştu. Belki de mantığını tuzla buz eden durum buydu.
Zeno’nun bu paradoksuna göre, kişi gitmek istediği noktaya her seferinde önündeki yolun yarısını katederek ilerlerse asla ulaşamaz, sonsuz bir zamanın içine sıkışıp kalırdı. Ama o ulaşmıştı. Sabah evine dönebilmişti sonuçta. Yalnızca evine dönerken her önünde kalan mesafenin yarısını hesaplayarak bir nokta koymamıştı oraya. Zira varmak istediği nokta evi ile arasındaki mesafenin iki katı uzaklığında bir mesafe olsaydı, o vakit yolun yarısını katederek evine varabilirdi. Yani fiziki olarak bir noktaya varamamak gibi bir durum söz konusu olamazdı.
Peki ya göremediğimiz noktalar? Fiziken var olmayan bir yere ulaşmak, marketten evine ulaşmak kadar basit ve mümkün olabilir miydi?
Kendisini bildi bileli bir hayali vardı. Ve kendisini bildi bileli o hayaline ulaşma yolunda yıllardır ilerliyordu. Paradoksta olduğu gibi hedefi ile arasında bazı noktalar vardı ve o her ne kadar adım adım o noktalardan ilerleyip yolu yarıladığını zannetse de önünde asla bitmeyeceğini düşündüğü yeni noktalar beliriyordu. Bundandır ki hala kendisi ile var olmuş o hedefine, hayallerinde kurduğu gibi asla ulaşamamıştı.
Belki de paradoks bu yüzden aklında bu denli bir şüphe uyandırmıştı.
Fiziki olarak ulaşabilirdik belki de varmak istediğimiz noktaya. Fakat hayatta nerede olmak istediğimiz ve neyi düşlediğimiz en az gelecek kadar belirsizken; geleceğe dair kurduğumuz hayaller planlamadığımız şekilde sürekli değişirken, her varmak istediğimiz noktaya yaklaştığımızda önümüzde daha nice yollar ve kapılar açılıyorken, belki de başlangıç noktasından yola çıkan birisinin bitiş noktasına varması imkânsız olabilirdi gerçekten.
Yine de adam, Zeno’ya hak vermedi. Zeno’nun savunduğunun aksine hareket imkânsız değildi çünkü. Ona göre Zeno’yu haklı kılan tek şey, hareketlerimiz hiçbir zaman bir noktada bitmeyecek olmasıydı. Hayatın belirsizliklerle dolu geleceğinde ya o noktaya varmadan ya da vardığımızı zannettiğimiz ân sonu gelmeyen noktalar belirecekti.
“Nerede olmak istediğimin ne önemi var o halde?” dedi bu sefer. “Asla olmak istediğimiz noktaya tam olarak ulaşamayacaksak, ne önemi var ki düşlemenin?”
Varamadığı noktanın varlığını anlamsız bulsa da adam, ilerleyebilmek için o noktanın orada olduğunun farkında değildi . Onun istediğini önemli kılan şey, gerçekleşmeyecek olsa dahi gerçekleşmesi adına attığı adımların zihnini harekete geçirmesiydi. Yoruluyor insan bazen, bazen durmak istiyor. Fakat sonsuz zaman, akmaya devam ediyor.
Biz ne kadar durmak istersek isteyelim, zaman asla durmayacaktı. Zamanın durmadığı yerde sonsuzluğun imkânsızlığından kimse bahsedemezdi. O sonsuzluğun bir öncesi vardı, sonrası da elbet olacaktı. Sonsuzluğun ötesine geçebilmek, ancak öncesinde attığımız adımlarla mümkün olabilirdi.
En sonunda önündeki defterini de kapattığında başını masasına yasladı ve derin bir nefes çekti içine. Ne şu anda nerede olmak istediğini bulabilmiş, ne de hangi günde olduğunu çözebilmişti. Mide bulantısı daha da artmıştı sadece.
Fazla düşünmek gerçekten insan için bir zehirden farksızdı.
Yazar: Beyza Dilara Meşeci
Görsel Kaynak: https://tr.pinterest.com/pin/985231162324158/