
(bu yazının okunma süresi yaklaşık iki dakikadır.)
Hiç kullanmayacağım bardakları vitrine dizer gibi yaşadığımı fark ettiğim gün anladım. Ya bir gün sana ihtiyacım olursa ya kimse senin gibi olamazsa ya ben tüm bunları kafamdan kuruyorsam ya da aslında her şey çok başkaysa…O bardakları en son ne zaman çıkardığımı bilmiyorum. Onu bırak, onları ne zaman oraya koyduğumu bile. Sanki zamanın ötesinden gelmişler, “bırak biz burada tozlanalım ama sakın atma” demişler, derin bir uykuya dalıp beni unutmuşlar. Ben de onları arada bir hatırlamışım ama yine de tozlarını almamışım. Karışık duvarlar ve karmakarışık insanlar görmüşler. Onlar zamandan bağımsız ama mekâna bağımlı, ben ise her ikisiyle başı dertte ve hiç ‘burada’ olamamışım.
Günlerdir aynı şarkıyı dinliyorum. Günlerdir tüm atomlarım bir düşüncenin etrafında dönüyor. Hiç gerçekliğe dönüşür mü yoksa atom altı bir dünyada mı kalır bilmiyorum. Evet, çok korkuyorum. Yeni boşluklar yaratmaktan, yeni boşluklar çarpıştırmaktan, içimde olduğunu bilmediğim şeyler bulmaktan. Bir yandan ona ne kadar öykünsem de, yeni bir ben olmaktan çok korkuyorum.
İşte, her şeyin kilit noktası bu bardaklar. Zaman içinde küçük bir an. Ama belki de sonrasında sonsuza dek değişmek. Üzerlerinde gördüğüm yamuk yansımadan kurtulmak. Atomlarımın özgür kalması. Bir şeye asla gerçekten dokunamayacağını anlamak: korku. Karnına koca bir tekme atılmış gibi soluk kesen ihtimaller…Hangisinin olacağını bilememek, geleceği bırak, geçmişi bile görememek.
Tamam, diyelim ki kırıp parçaladım onları. Diyelim ki yok oldular…Büyük ihtimalle..ya da neyse. Hipotetik varsayımların gerçek hayatta asla işlemediğinin tatsız farkındalığına çok önceden varmıştım. Baştan kuramlar yanlıştı. Ben de onları doğru sanıp, kurallarına göre oynuyordum. Hala oynuyorum. Seyircileriyse çoktan unuttum.
İşte, ben buyum. Hiç kullanmayacağım bardakları bir vitrine dizmek gibi yaşıyorum. Onlar kırılmak ve kırılmamak arasında seyrediyor, ben de olmak ve olmamak.
Yazar: Hatice Ceren Tırış