Özgür Yeni Dünya

Sanıldığının aksine özgür değiliz, farkına varabiliyor ve düşünebiliyor olmamız bizi özgür yapmıyor. Birçok şey bizim adımıza önceden düşünülmüş, biz aynı yolların üzerine asfalt döşemekten başka bir şey yapmıyoruz.

(Bu yazının okunması yaklaşık üç dakika sürmektedir.)

Hayat, akışını ve yönünü fazla düşünmeden yaşadığımız, içerisinde ortalama 4000 hafta kadar bulunabildiğimiz bir yer. Dünyaya geliyoruz, hiçbir şey bilmeden. Öğreniyoruz, deniyoruz, yürüyoruz, konuşuyoruz, büyüyoruz. 15-20 yıllık bir çabanın sonunda kendi işlerini kendi görebilen, kendi kendine düşünüp somut ve soyut işlemler yapabilen, vicdan sistemi gelişmiş bağımsız birer bireye dönüşmüş oluyoruz. Kendi kararlarımızla, kendi hayatımızı oluşturduğumuzu düşünüyoruz.

Peki bu gerçekten böyle mi?

Bazen otomatik olarak yaptığım hareketler üzerinde düşündüğüm zaman, birçok davranışımın çevremi taklit etmemin ve atalarımdan gelen hayatta kalma çabasının bir sonucu olarak oluştuğunu açıkça görebiliyorum. Tıpkı evin içinde bir oraya bir buraya koşturan, annesini sürekli taklit eden, gün içinde temel ihtiyaçlarını karşılamak ve oyun oynamaktan başka bir şeyle uğraşmayan küçük kedilerim gibi. Böyle zamanlarda, dünyayı kendi algılarımla algıladığımı fark edebiliyor olmam dışında, onlarla aramızdaki farkı net bir şekilde görmekte zorlandığım oluyor. 

Hayatımız hedefler, amaçlar, arzu ve istekler arasında gelip giderken bu isteklerin, hedeflerin ne kadarının gerçekten bize ait olduğunu sorgulamadan onların bize ait olduğunu sanıyor ve öyle yaşıyoruz. En iyisi olmamız lazım, neden? Para kazanmak için mi, takdir toplamak için mi? Para kazanmanın “en iyi” olmaktan başka yolu yok mudur? Takdir toplamak için hep “en iyi” mi olmak gerekir? Mesela neden kendi istediği gibi yaşamayı başarabilen biri değil de, kendi isteklerinin önüne hırsı ve başarıyı koyan biri takdir görüyor? Oysa bana göre içinde bulunduğumuz rekabet devrinde, kendi isteklerinin farkına varıp onları yapabilecek özgürlüğe sahip insanların takdir görüyor olması gerekirdi. Ama çoğunluk ne istiyorsa, biz de ona dönüşüyoruz.

Sanıldığının aksine özgür değiliz, farkına varabiliyor ve düşünebiliyor olmamız bizi özgür yapmıyor. Birçok şey bizim adımıza önceden düşünülmüş, biz aynı yolların üzerine asfalt döşemekten başka bir şey yapmıyoruz. Gerçekte dışarıdan bizim yönlendirdiğimiz The Sims oyunu simleri de akıllarından geçenleri kendilerinin düşündüğünü sanıyordur sonuçta. (Bu konu ilginizi çektiyse Being John Malkovich filmini izlemenizi öneririm.)

İnsan, yaşamı ve ölümü fark etmiş olmasının şaşkınlığı içerisine düştükten sonra ölümsüzlüğü bulmaya çalışmıştır. Ölümsüzlüğü bulamadıkça, yaşamı daha acısızca sürdürmeye yarayacak fantezilerle kendisini oyalamanın yollarını bulmaya başlamış; diğer insanlara ve onlarla birlikte geliştirdiği inançlara tutunmuştur. Ancak canavarın gözleri, bir yandan açılırken öbür yandan kapanmış ve bilgi arttıkça bilmeyi istememek de artmıştır. İnançların sarsılması ve yerine yenilerin oluşturulması, müthiş bir şekilde zorlaşmıştır. Böylece insanlar, o günün dünyası neyi gerektiriyorsa onu yaşamaya başlamıştır. Günümüz dünyası, düşünmenin karşısındadır. İnsanları düşünmeden, hızlıca, hemen hareket etmeye ve daha çok ödüle, paraya mala mülke yönlendirmektedir. İnsanlar hayatlarının hakimi olduğunu düşündükçe, içine düştükleri yanılgıların daha az farkında varmakta ve hayatlarını daha kalın bir perdenin arkasından yaşamaktadır. Kendilerine ait olmayan fikirleri, başka başka nedenlerden içlerinde oluşan boşlukları kapatmak için birer sıva olarak kullanıp, içerisine düştükleri baskılardan sıyrılmaya cesaretleri olmadığından kendilerine ait olmayan hayatları yaşamaya çalışmaktadır.

Bahsettiğim bütün bu nedenlerden dolayı, girdiğimiz rekabetlerin amacının olup olmaması bizim için önemli bile değil. Önemli olan elde etmek, yine elde etmek ve hızlı elde etmek. Elde edip değersizleştirmek. 

Ayn Rand bu durumu kitap satırlarında bir karakter üzerinden şöyle ifade ediyor:

“Gerçekten istediğim bir işi, bir projeyi, bir ideali ya da bir insanı bulursam, bütün dünyaya bağımlı duruma gelirim. Her şeyin diğer şeylerle bir bağlantısı var. Birbirimize öyle sıkı bağlıyız ki! Bir ağın içindeyiz hepimiz. O ağ bekliyor. Ve hepimiz onun içine bir tek arzu nedeniyle itiliyoruz. Sen bir şey istiyorsun, o şey senin için değerli oluyor. Onu senin elinden kapmak için bekleyenler kim, biliyor musun? Bilemezsin. Belki çok karışık, çok uzaklarda olabilir, ama birileri onu kapmak için hazır bekliyor. Ve sen de onların hepsinden korkuyorsun. Büzülüyorsun, sürünüyorsun, yalvarıyorsun ve kabulleniyorsun.”

Oysa özgürlük, herkes için sadece kendisinin ulaşabileceği bir şeydir. 

Özgür hissedebilmek ise, herkese ve her duruma rağmen cesaret etmekten geçer.

Peki ya özgür olabilmek? Her an özgür hissedemeyeceğimize göre, hiç tam anlamıyla özgür de olamayacağız sanırım. 

Yine de, bir parça da olsa tadılmış özgürlük, onu hiç duymamaktan ve bilmemekten çok daha tatmin edici olacaktır.

Creedence Clearwater Revival grubunun şarkılarında söylediği gibi, hiç güneşli günde yağan yağmuru gördünüz mü? 

Yazar: Yaren Köse

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.