
TPÖÇG Blog şubat ayı önerilerini iftiharla sunar ☺
Bu ay dağıldık sevgili okurlar. Dağınıklık üzerine film, kitap ve şarkı tavsiyeleri vereceğim. Temanın kendisine uygun olarak da bu tavsiyeler çağrışım üzerine bir rastgelelik ile bir araya geldiler. Her ay düşünerek ve aynı tema üzerine planlayarak sunduğum öneri yazımı bu ay zihin akışıma kulak vererek yazıyorum. Ne bir ilgi kurmaya çalışacağım ne de bağdaştırmaya bir şeyleri… Yemek yaparsınız ve mutfak dağılır, misafir geleceği için evi toparlarsınız ve misafir gittikten sonra tekrar toplamalısınızdır, uyanmak üzere uyursunuz ve o yatak her sabah toparlanır. Eh, bazen bırakın dağınık kalsın ya. Bırakın bırakın, tam şu an düz bir duvara bakın mesela, inceleyin her yeri aynı mıymış. Her şeyi kontrol edemeyeceğimi idrak ettiğim o hazmı zor zamanlarımı bu şekilde geçiriyorum ben, şahsen yani.
Kitap: Maça Kızı
Maça Kızı, üç ayrı fakat ilişki öyküden oluşan, klasik Stephen King çizgisinin dışında kalan bir kitap.
Öykülerin hepsi 60’lar Amerika’sında geçiyor. Kitabın sembolik bir havası, üstü örtük bir mistisizmi var ve bu nedenle ağızda bıraktığı tat çok farklı. Dünyada var olduğunu bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz sonsuz sayıda insan var. Bu insanlardan bazılarının hayatına mesela Amerika’nın Vietnam işgali sırasında savaşa katılmayan bir genç erkeğin hayatının bir kısmına, bir de Stephen King’in öykü anlatımıyla şahit olmak eşsiz bir tecrübe kanımca. Bu kitap kayıp kedi ilanları, uzaylılar, sineklerin tanrıları, maça kızları ve hepsinin barındırdığı bir alegorinin nostaljik kasvetini vadediyor. Hatta Anthony Hopkins’li, aynı isimde bir filmi bile var. Küçük yaşta okuyup anlamlandıramadığım yerleri ile birlikte çok sevdiğim, sıkıntılı atmosferine rağmen kendi sıkıntılı atmosferimden uzaklaştırdığı için minnet duyduğum, farklı bir zamanın bambaşka hayatlarını adeta dürbün ile izliyormuşum hissi veren bir garip kitap kendisi.
Film: Lars And The Real Girl
Bu filmin tarifi zor. Özetlersek bir adam bir cansız mankene aşık oluyor, bitti ama önemli olan bu sürecin nasıl aktarıldığı ki buna film diyoruz. Nasılını nedenini kurcalamadan, öyle bir kabullenmişlikle izleyiveriyorsunuz bu filmi. Yukarıda boş duvar izleyin dedim ya bu filmin ben de bıraktığı his buydu. Sıradan bir şeye daha önce bakmadığım bir açıdan bakmak ve onu idrak etmek, izlemek… Sonra da “Eh, bu da böyleymiş.” demek… Kendi iç çatışmalarınızdan, yolunda gitmeyen birtakım şeylerden, birikmiş işlerden filan sıkıldıysanız “Amaan!” diyorsunuz, “Ne hayatlar var, dünyanın bir yerinde birileri de cansız mankene aşık oluyor. Ne var yani?” Bu film tatlı tatlı da bir sorgulatmadı değil, “cansız bir nesneye duyulan sevgi de sevgi midir?” Bu sorgulamayla barışık olabilmek, cevapları bulmaya değil soruya odaklanmak ve “olur böyle şeyler demek” önemli olabilir. Her şeyi kontrol etmek, anlamak zorunda değiliz. Her şey anlamlı olmak ya da saçma olmamak durumunda değil. Cem Dinlenmiş’in o nadide karikatür köşesinin ismi gibi, “her şey olur”.
Müzik: Another World- Chemical Brothers
Her şeyi toparlamak, toparlayabilmek zorunda değiliz. Bırakalım bir süre de olsa dağınık kalsın. Açın şu klibi bir izleyin ya, çok sınırlı düşünüyoruz, kendi dünyamıza çok odaklıyız. Ne dünyalar var. Deniz anası da olabilirdik düşünsenize. Belki başka bir evrende deniz anasıyızdır.
Yazar: Berru Doğan