Toplumların gelişmişlik düzeylerinin artması ile birlikte azalması beklenen şiddet, günümüz dünyasında hala etkisini göstermekte. Gelişen teknoloji ile birlikte modern toplumlar içerisinde şiddetin varlığı istatistiksel olarak azalmış olsa da şiddet çok boyutluluk ve sınırsızlık kazanmıştır. Bununla birlikte şiddet yalnızca bir araç olmaktan çıkıp amaç olarak da insandaki yerini almıştır. Peki günlük yaşamın rutini içerisinde bile karşımıza çıkmasına artık pek şaşırmadığımız şiddet hakkında ne ya da neler biliyoruz?
Şiddet; sert-katı davranış, kaba kuvvet kullanma ve sertlik olarak tanımlanır. Şiddet olayları ise; insanları sindirmek, korkutmak için yaratılan olay ya da girişimler olarak tanımlanmaktadır (Ünsal, 1996). Şiddet ile ilgili davranışlar, kanuna uymamak, kişiye zarar vermek, hakaret etmek, onuru kırmak, huzura son vermek, birinin haklarını çiğnemek, hırpalamak, incitmek, zor kullanmak şeklinde kendini gösterirler (Erten ve Ardalı, 1996). Bir başka tanıma göre de şiddet, çatışan çıkarları olan taraflar arasındaki sosyal ilişkilerden kaynaklanmaktadır (Ergil, 2001). Şiddet, zamana ve topluma göre değişen bir kavramdır ancak insanlık tarihi boyunca şiddet aralıksız olarak devam etmiştir. Kendisine dayatılan doğa koşullarına karşı çok da adaptif bir bedene sahip olmadığı söylenen insan bedeni üzerinde, uygarlıkla birlikte başlayan ve doğal olmayan kültürel ve yasal kastrasyonlar, milyonlarca yıllık beden işleyişini bozmuştu. Bugün uygarlaşmanın arkeolojik süreçlerine ilişkin yapılan çalışmalar göstermektedir ki uygarlık öncesinde savaş yoktu. Başka bir deyişle savaş ve şiddet, uygarlığa içkindir. (Gezgin, 2018). İnsan dürtüsel bir varlıktır ve dürtüler insanı bir harekete doğru yönlendirir. Dürtü, hareketin sonucunda doyuma ulaşmayı ve hazzı gözetir. Bu doyum esnasında dürtüsel insan; gerçekliği, ahlaki değerleri ve etiği de gözetmelidir. Şiddet, insanda derin izler bırakan travmatik, güven sarsıcı ve etkileyici bir deneyimdir. Hiçbir gerekçe şiddeti meşrulaştırmaz ve bireye bir başkasına şiddet uygulama hakkı tanımaz. Bir davranışı “şiddet” olarak tanımlamak için davranışın sürekli olması ya da bir yabancı tarafından gerçekleştirilmesi gerekmez. Şiddet kendi içerisinde nitelikleri, etki miktarı ve davranışın gerekçesi ile tiplere ayrılır. Şiddete maruz kalan, şiddeti yaşayan gruplara göre de alt başlıklar oluşturulabilir. Şiddet türlerine kadın perspektifinden bakıldığında ortaya konan şiddetin daha çok bireysel ilişkiler düzeyinde olduğu görülmektedir. Uygarlık mülkiyetin bir parçası olarak kadın bedenini belirlemişti. Ünlü düşünür Marx, mülkiyetin kaynağını aile olarak gösterir.
Fiziksel şiddette, şiddetin belirtileri ayırt edici ve gözle görülür bir formdadır. Şiddeti uygulayan kişi, şiddet uyguladığı kişinin (mağdurun) bedenini hedef alır. Bu şiddet karşısında mağdur, psikolojik olarak da etkilenir. Güvensizlik duygusunun yarattığı köşeye sıkışmışlık hissiyatı, bireyde sosyal geri çekilmeye, yaralarını gizlemeye ve etkileşimden kaçınmaya sebep olur. Fiziksel şiddet, sonu ölümle sonuçlanabilecek her türlü kaba kuvvetin korkutma, sindirme ve yaptırım amacı olarak kullanılmasıdır.
Bireyin ya da canlının rızası ve onayı olmadan gerçekleştirilen herhangi bir cinsel davranışta bulunmak ya da bulunmaya zorlamak cinsel şiddettir. Baskı ve zorlama ile cinsel şiddet, fiziksellik barındırsa da tehdit ve psikolojik baskıyı da kapsar. Ticari amaçlarla hayvanların hormon dengelerinin bozularak sürekli üremeye ve süt üretimine zorlanması, doğal olmayan döllenme yollarıyla döllenerek sürekli hamilelik döneminde kalması, yani sürekli tecavüze uğruyor olması, süt üretimi için yavrularının içi doldurulmuş postlarına maruz kalmaları gibi pek çok uygulama hayvan istismarı ve bir cinsel şiddettir (Harari, 2012). Kadına yönelik cinsel şiddetin sonuçları ölümcül olmayan sonuçlar (istenmeyen gebelikler, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, jinekolojik sorunlar, kendine zarar veren davranışlar, düşükler, baş ağrısı), psikolojik sonuçlar (depresyon, korku, kaygı, kendine güvensizlik, cinsel bozukluklar, yeme sorunu) ve ölümcül sonuçlar (intihar, öldürme, HIV/AIDS) olarak üç grupta toplanabilir (Atman, 2003).
Bireyin benlik duygusunu hedef alan saldırılar psikolojik şiddeti tanımlar. Psikolojik şiddet, tüm şiddet türlerini bünyesinde barındırabilmektedir. Baskılama araçları çok fazla kullanılır. Mağdura hakaret, kötü söz, kötü itham, aşağılama ve benliğini hedef alan saldırılar psikolojik şiddet kapsamında değerlendirilir. Mağdurun düşünceleri ve duyguları göz ardı edilir. Sürekli bir eleştiri ve yorum iletiminde bulunulur. Bu şiddet, mağdur üzerinde kendini değersiz ve önemsiz hissetme gibi etkileri ortaya çıkarmakta ve travmatik etkiye sahip olmaktadır.
Tanımlanması, belirlenmesi en zor şiddet tiplerinden birisi olan sözel şiddette birey, mağdura hakaret kapsamında saldırır. Psikolojik şiddet kapsamında da değerlendirilebilecek olan bu şiddette saldırgan mağdur ile dalga geçer, kişilik özelliklerini eleştirir, küfür eder ve hakaretler savurur. Mağdur, sözel şiddete maruz kaldığı süreye bağlı olarak bu aşağılanmayı, bir süre sonra onaylar, etiket olarak alır. Kendilik tanımında bu sözel saldırıları işleyen birey sosyal olarak güvensizliğe kapılır ya da yaşama adapte olmada zorluklar yaşar. Sosyal etkileşimi hedef alan sözel şiddet, özellikle 0-6 yaş arasındaki çocuklarda daha etkileyici olmaktadır. Mağdurun ergenlikteki kimlik kazanımını ve sosyal varoluşunu zedeler.
Ekonomik şiddet, bireyin ekonomik açıdan özgürlüğünün elinden alınmasıdır. Çoğunlukla ve sıklıkla aile içerisinde kadına yönelik olarak uygulanır. Kadının çalışmasına, iş yaşamında ilerlemesine engel olmak, çalışıyor ise elde ettiği geliri elinden almak, ailenin ekonomik ihtiyaçlarını karşılamamak gibi davranışları kapsar. Kendi içerisinde iki tezat alt başlığa sahip bir şiddet tipidir. Çalışabilecek kadının çalışmasına engel olmak ve az miktarda ekonomik destek sağlamak, alt başlıklarından birisidir. Diğeri ise kadının çalışarak elde ettiği paraya el koymak, elinden almaktır. İki davranış da ekonomik şiddet kapsamında değerlendirilir.
Pekala neden şiddet bu kadar yaygın, geçerli ve sık görülüyor? Psikolojik yaklaşımlardan bazıları şiddetin insan doğasında bulunduğunu, bazıları şiddetin deneyim ile olumsuz şiddete dönüştüğünü ve bazıları da şiddetin öğrenildiğini söylemekte. Bu saldırgan tutumun, kaba kuvvetin, şiddetin ülkemizde gazete ve televizyonlarda ne denli gösterildiğini fark etmemiş olanımız yoktur sanırım. Daha önce de bahsettiğim gibi bilim ve teknolojinin gelişmesiyle şiddetin derecesinin azalması ön görülürken günümüzde tam tersi bir etki gözlemlenmektedir. Erich Fromm bu yıkıcı şiddeti, “gerek birey, gerekse kendi türünün bir üyesi olarak, hayvanın yaşamsal çıkarlarına yönelik her türden tehdide verilen bir karşılık” olarak açıklamaktadır.
Davranışçı psikologlar şiddetin öğrenildiğini, içgüdüsel olmadığını savunmuşlardır. Sosyal bilişsel kuram kapsamında Bandura, şiddetin öğrenilerek tekrar edildiğini, çevreden gelen onay veya ret ile pekiştirildiğini ileri sürmüştür. Bandura’ya göre şiddet, öğrenilir. Çevredeki modellere göre şiddeti öğrenen çocuk onları tekrar eder, bu davranışı olumsuz tepki almaz ise pekiştirilir ve çocuk saldırgan tutumlar sergilemeye başlar. Horney’e göre ise saldırganlık nevrozun yansımasıdır, nevroz da kültürle ilintilidir. Buna göre birey, sosyal ilişkilerdeki çatışma sonucu uzaklaşmayı seçer ancak sosyal bir varlık olduğu için etkileşime girmekten kaçınamaz. Bu çatışmalar devam eder ve sonucunda korku, umutsuzluk ve sadizmi doğurur. Dolayısıyla şiddet içgüdüsel değil, bireyin çevresiyle yaşamış olduğu çatışmaların sonucudur.
Şiddetin insanın doğasında olduğunu savunan yaklaşımların başında psikanalitik yaklaşım gelmektedir. Freud 1927 yılında saldırganlık ile ilgili şöyle söylemiştir: “İnsanoğlu ancak saldırıya uğradığında kendini koruyan, aslında sevgi arayan, uysal ve sokulgan bir varlık değildir. Yüksek ölçüde saldırganlığı, onun içgüdüsel doğasının bir parçası olarak görmek gerekir. ”Freud’a göre bilinçaltında thanatos (ölüm) ve eros (yaşam) içgüdüleri vardır ve saldırganlık dürtüsünden arınmak mümkün değildir. Bu içgüdülerin amacı bozulmuş dengeyi sağlayarak haz doyumuna ulaşmaktır. Diş çıkarma ve ısırma ile tuvalet eğitiminin kontrolcü tavrının, saldırganlığın ilk belirtileri olduğunu söylemiştir Freud. Gustave Le Bon ise şiddetin ırksal bilinçaltı ile aktarıldığını ve toplumların doğasında bulunduğunu söylemiştir. Girard’a göre ise şiddet, öznenin arzuladığı nesneyi başka öznelerin de arzulaması ile başlar. Nöro-biyopsikolojik kuram temelinde saldırganlık ve şiddet, hormonlara ve biyolojik süreçlere bağlıdır. Bu kuramda insan diğer hayvan türlerinden ayrı bir yere konulmamaktadır. İç salgı bezi ürünü olan testosteron hayvanlarda daha büyük etkiye sahip olsa da cinsel isteği ve saldırganlığı artırıcı bir etkiye sahiptir.
Jung’un psikoloji dünyasına kazandırdığı “arketip” terimi, psikoloji literatüründe algılamamızı örgütleyen, bilinç içeriklerini düzenleyen, değiştiren ve geliştiren yapılar olarak tanımlanmaktadır. Jung’a göre şiddetin kaynağı gölge arketipidir çünkü gölge, en güçlü ve en tehlikeli olanıdır. Ortak bilinçaltı ile aktarılmış, yaratıcılık ve canlılık içgüdülerinin de kaynağıdır ancak insanın hayvansı yönünü de içerir. Gölgenin egonun kontrolünden çıkması dahilinde saldırganlık başlar. Adler, Fromm ve Maslow da Jung’dan hareketle şiddetin bazı sebeplerden olumsuza dönüştüğünü, saldırganlığın insanın doğasında olmadığı temelinde anlaşırlar. Adler’e göre şiddet, insanın üstünlük arzusunun yara alması sonucu, öz-saygısının zedelendiğini hissetmesiyle olumsuz şiddete dönüşür. Fromm ise şiddetin insanın hedeflerinden uzaklaştığını hissettiği anda olumsuz şiddete, saldırganlığa dönüştüğünü savunmuştur. İki aşamalı olarak gerçekleşen saldırganlığın ilk aşaması kişinin bozulan dengeyi sağlamak adına bir topluluğa boyun eğme yanılsamasıdır. İkinci aşamada kişi yok etmeyi seçer ve saldırganlaşır. Olumsuz şiddetin yanında olumlu şiddetin de olduğunu söylemiştir Fromm. Ona göre oyun içi şiddet (başarıyı artırmaya yönelik) ve tepkisel şiddet (yaşam, özgürlük, onur ve servetin tehlikeye girmesi sonucunda ortaya çıkan) olumlu şiddetin iki türünü oluşturur. Tepkisel şiddet, içinde bulunduğumuz çağ da göz önüne alındığında en sık görülen şiddet biçimidir. Maslow ise Fromm’a benzer şekilde şiddet için, insanın üretememe ve kendini gerçekleştirememe sonucu gelişen nevrotik yönelimlerinin şiddeti, olumsuz şiddete dönüştürdüğünü savunmuştur.
Ülkemizde şiddet içerikli haber ve yayınların sıklığı, bir takım çıkarımlar yapmamıza olanak sağlamakta. Şiddetin hangi türüyle ne zaman karşılaşabileceğimizi ne yazık ki hiçbir zaman tam olarak tahmin edemeyiz. Şiddetten her insan farklı etkilenir, farklı tepkiler verir. Şiddet travmatik bir yaşantıdır ve dolayısıyla bireylerde ruhsal travmatik rahatsızlıklar ortaya çıkar. Travma sonrasında, akut stres bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, dissosiyatif bozukluklara ek olarak madde kullanımı, uyum bozukluğu ve anksiyete bozuklukları da gözlemlenmektedir. İntihar girişimleri ile depresyon tanınmakta ve şiddetin vahim durumu ne yazık ki daha da ortaya çıkmaktadır. Kadına yönelik şiddette, ülkenin hukuk ve medya alanındaki çaresiz durumu, dünya sıralamasında ikinci olmamızı (acı ama) sorgulatmıyor. Buna istinaden şiddetin, Jung çapında ırksal kalıtımın, ortak bilinçaltının ve ataerkilliği içinde barındıran tüm kültürün değişmesi için yapılması gereken en önemli atılım ve yatırım, eğitim alanında olmalıdır. Şiddet normalleştirilemez.
p.s.1. Bu UNESCO videosu, şiddet içeren aşırılığın eğitim yoluyla önlenmesinin önemini göstermektedir.
p.s.2. ‘Anıt Sayaç’, Türkiye’de kadına yönelik şiddetten ölen kadınların anısını yaşatmak için internet üzerinden kurulmuş bir anıt ve her gün güncellenen bir sayaçtır.
p.s.3. Değerli Alkım Seven’e , Kadına Yönelik Şiddete kulak verin çünkü #bizgüçlüyüz !
Şafak Tüfekçi
Kaynakça
Yüksel- Şahin, F. (2018). “Psikolojik danışmanlar için el kitabı”, Ankara: Nobel.
İnanç, B. (2015). “Kişilik kuramları”, Ankara: Pegem
Özgür, G. Gülden YÖRÜKOĞLU, Leyla BAYSAN ARABACI. Lise Öğrencilerinin Şiddet Algıları, Şiddet Eğilim Düzeyleri ve Etkileyen Faktörler. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2011;2(2):53-60
Harcar, T., Çakır, Ö., Sürgevil, O. & Budak, G., “Kadına Yönelik Şiddet ve Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddetin Durumu”, Toplum ve Demokrasi, 2 (4), Eylül-Aralık, 2008, s. 51-70.
ERTEN, Yavuz ve ARDALI, Cahit (1996),”Saldırganlık Şiddet ve Terörün Psikososyal Yapıları”, Cogito. sayı 6-7. Kış-Bahar. s.143-164.
ÜNSAL, Artun (1996), “Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi”, Cogito. sayı 6-7. Kış-Bahar. s.29-36.
ERGİL, Doğu (2001),”Şiddetin Kültürel Kökenleri”, Bilim ve Teknik. sayı 399. Şubat. s.40- 41.
Budak, S. (2000), Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları
Jung, C. G. (2001), Dört Arketip, İstanbul: Metis Yayınları
İletişim ve… : Prof. Dr. Ersan İlal’e armağan / editörler Aysel Aziz, Suat Sungur — İstanbul : Hiperlink Yayınları, 2014.
Çayır C, Çetin Ö. Din ve Şiddet Üzerine Psikolojik Bir Yaklaşım. Dicle Üniversitesi İlahiyat Dergisi, Cilt 13, Sayı 1,2011.
Gölge, Z.B. Cinsel Travma Sonrası Oluşan Ruhsal Sorunlar. Nöropsikiyatri Arşivi, 42(1-2-3-4):19-28, 2005.