Ağlamıştım ve bundan gözlerim dahi kimselerin haberi yoktu. Sonu gelmez muhabbet akşamların son sigarası sönmüştü bir yanardağ kıvamında kokan kül tablasında. Sirenler ve sindirilenler arasında mekik dokumakta sabaha bir müjde gibi yetişmeye çalışan taze ekmek kokusu. Sanki sözleşmiş gibi birer birer söndü lambalar. Uzaklardan silinmiş mavilikleriyle kamyonlar geçiyordur şimdi boğulmaya ramak kalmış bir gürültüyle. Çok gideni, az geleni olan şehirlerden kalkıyordur umuda otobüsler. Her gidenin güle güle gittiğine dair söylentiler son buluyordur gurbet akşamlarda. Telgrafın olmayan tellerine türküler, radyolarda en sevdiğin rengin tarifi kadar anlamsız bazen bazı şeyler. Neresinden bakarsan en gevrek vakitlerimizden harcadığımız çağlardayız. Henüz yarım yamalak yürümeye başlayan çocuklar gibi koşmaktan yana hevesimiz. Şimdilerde olur olmadık zamanlarda kesiliyor nefesimiz henüz bir yokuşun yahut yoksunluğun ilk adımlarında. Komşu teyzelerin azarlarıyla bölünsün istiyoruz bütün kırgınlıklarımız.
Bir mülteci şairlik düşmüş payımıza bir de ara kat ranzalardan arta kalan yatılı okul çaresizlikleri. Demir dolapların yanaklarına iki artist resmi. Her şeyin iddiasına girdiğimiz zamanlar işte, içtiğimiz üç çayın ikisini hesap defterine usta bir şair edasıyla kazıyan çaycı rızalar varken. Güneş çekildikçe, hep bir hoşça kal sevgilim düşüncesi içimizde ve içimiz bozkır sarısından büyük bir okyanusa dönüşünce. Koca göbekli amcaların “kısacası” diye başladığı fakat cümlelerin ardı ardına katlanarak çoğaldığı sohbetlerden bir parçada sıkışıp kalmışız sanki. Ütüsüz kollarını dirseğe kadar katladığım gömlekler içinde geliyor eylül. Eski bir filmi tekrar izlemiş aynı sahnenin aynı yerinde hep duygulanmışız, bakma sen duygulanmak lafın gelişi zaten bu hengâmede. Her şiirime konu olacak postacılardan, annemin reçel kavanozlarından, mevsimlerden, kısa saçlarımdan, uzun uzun konuşmuşluğumdan hâlâ habersiz kimseler ve saat genel inanışa göre mesaisine gecikmiş memur kıvamında. Bir başka rüyada buluşmak üzere ayrılıyor sanki kentli gecelerin düş sakinleri. Çırılçıplak şiirler giriyor durduk yere ölümleri ve sevdaları düşünen şairlerin koynuna. Zaten kollu terazili zamanlarda, pek fark bulunamazdı ölüm ile sevda arasında. Şimdi sorulacak ne çok soru vardır ve ne çok küfür şiir kıvamındadır. Kaç sigaram kaldığından habersiz, kaç cümlenin içinden geçerken ellerim ahenk içinde kavuşurken belimde. Bu kandilli günlerin adını öğrenemeden, mevsimlerin kaç senede bir geldiğini bilemeden başlayacak yağmur. Pencereler müsaade edecek rüzgârın ıslık sesi çıkaracağı kadar kısmına sonrası, sonrasını hep merak ettiğimiz masallar gibi bitmeyecek. Gökten düşen üç elmayı paylaşamayacak bu masalın kahramanları işte diyeceksin kim bilir, okuyunca bu satırları. İşte diyeceksin dünya burası, birazından fazlası hasret makamı.
Yazar: Muhammed Furkan Özdemir
Kentli Gecelerin Düş Sakinleri
“Sonrası, sonrasını hep merak ettiğimiz masallar gibi bitmeyecek. Gökten düşen üç elmayı paylaşmayacak bu masalın kahramanları.”