( Bu yazının okunma süresi ortalama 2 dakikadır. )
Kulakların da hâlâ akşamki haberde, “Yavrum! Evladını koruyamayan anneni affet. Keşke yüreğine birikeni bir defa anlatsaydın dinlerdim, sana hiç yakışmayan kefeni giydirmezdim. Bilseydim, gözlerinin en içine bakardım, ellerini sımsıkı tutardım. Tarif edemem seni ilk kucağıma verdiklerindeki duygu selini, nereden bilecektim bir gün ellerimin arasından kayıp gideceğini. Taa ötelerden duyardım sesini, nefesini fakat yanı başımdayken göremedim sana kıyan kıyametini. Bir kez aklıma getirmedim, çıktığın kapıdan bir daha dönmeyeceğini, “Cânım annem!” diye sarıldığın annenin kalbine küller sereceğini…” diye feryat eden, bağımlılıktan kızını kaybetmiş annenin sesi çınlıyordu.
Kafasını kurcalayan düşünceler uyutmamıştı. Bir süredir çok istediği işe kabul edilmişti. Aslında konunun merkezine, alkol ve madde bağımlılığı tedavisinin psikolojik destek sürecinde etkin rol oynayacaktı. Hep bunu hayal ediyordu ama sonra her niyeyse korkmaya başlamıştı, görevinin üstesinden gelip gelemeyeceğine dair endişeleri vardı. Şimdiden böyle oluyorsa Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezi’ne giderken nasıl olacaktı kim bilir diye düşündü…
İnternete girip tekrar baktı artık ezberlediği yazılara, çoğunun daha 18 yaşına girmemiş olduğu o gençlerin paramparça hikayelerine. Sitelerde gezinirken evli ve iki çocuklu bir annenin anlattıklarına rastlamıştı, bu kuyuya düşüp dibini nasıl gördüğü yazıyordu. Onu kurtarmaya çalışırken eşinin de alıştığını okumak çok güçtü ki hele yaşamak. Kriz halindeyken çocuklarının anne-babasından korkar hâle gelmesini çenesi titreyerek, zar zor okumaya çalışıyordu . Bilgisayar ekranındaki çaresizlik sanki tüm vücuduna dalga dalga yayılıyordu. Güvenin en ufak parçasının kalmadığı evde çocukların olması, onu aklını sıyırma noktasına getiriyordu ama yazının sonlarına doğru tedavi süreci ve sonrasına ilişkin cümleler bu dönem de destek verenlere söylenmiş minnetleri görmek tarifsizdi. Evet, insanların hayatına kapı araladıkça kendi yolu da aydınlanacaktı, biraz olsun hazır hissedebiliyordu.
Yaşam ona öğretmişti ki “Ben, bu konuda ne yapabilirim?” sorusunu kendimize yöneltmeye başladığımızda, vicdanımız bize ihtiyacımız olan kucağı açar. Yani peşinden koşup durduğumuz huzuru ancak yaratılışın esası olan merhameti kaybetmediğimizde bulabiliriz. Yapbozunun kayıp parçası girmesi gereken bu yoldu. Tükenen ve daha çok tüketilen evren de, birbirimizin yüklerini hafifleten kurtarıcı olmak görevi umut dolu geliyordu.
Gün ağarmaya başlarken nihayet yatağına döndü, günler sonra sakin uyuyordu. Uyandığında ise aynadaki kadına söylediği, her sabah yineleyip durduğu sözlerden biriydi, “Yabancı dediğimiz kişilerin yaraları, yaşamasak da tanıdık gelmeli yoksa insanlık umursamazlığa yenik düşer.”
Yazar: Büşra Ateş