Hayat Ağacı

Her ne yaşarsak yaşayalım kök salmaya devam ediyoruz bulunduğumuz yere, yürüdüğümüz yollara; bir anlamda bizi temsil eden hayat ağacımız yerin üstünde de yerin altında da kök salıyor hiç durmaksızın.

(Bu yazının okunması 2 dakika sürmektedir.)

Gerçekten an’da mıyım? Son zamanlarda kendimi ne yerde ne de gökte hissediyorum. Sanırım yerin dibine çakılı kalmış durumdayım ve bu çakılmışlığımı nasıl telafi edebilirim, nasıl daha iyi olabilirim, neler yapabilirimlerle dolu bir sürü düşünce zihnimi talan etmiş durumda. Her anlamda ve her alanda almış olduğum kararları, hayatımda yer verdiğim insanları ve kendi hayatımda kendime bir yer veremeyişimi, elimin tersiyle teker teker yok saydığım insanları düşünüyorum. Ve bana göre dünyadaki en büyük zenginliği neden elde edemeyişimi düşünüyorum; insan biriktiremeyişimi. Sorun bende mi yoksa hayatıma giren insanlarda mı? Peki ya güvenmeyişim, güvenemeyişim? Güvendiğimde parçalanışım? Uzun zamandır yapmadığım bir eylemi gerçekleştiriyorum aslında tüm bunları düşünürken: Sorguluyorum. 

Çocukken, dünyanın sadece benim etrafımda döndüğünü düşünürdüm. Sadece ben ve ailemden ibaret olan dünyada başka kimse yok sanırdım. Kumdan kalelerim, çamurdan pastalar ve kurabiyeler yapışım ve onları gül yapraklarıyla özene bezene süsleyerek etrafımdakilere büyük bir heyecan içerisinde sunuşum. Denizle ilk buluştuğum an, ayağıma suyun değişi ve o yorgunlukla sahil kenarında tatlı bir uykuya dalışım ve çocukluğuma dair nice güzel anılar. Neden çocuk halimizle kalamıyoruz ki? Tüm bu yazdıklarımı düşünüp sorguladıktan sonra ortaya çıkan düşünce ise saf ve masum kalmanın sadece çocuklara özgü olduğu. Bilincinde olmadan, dünyanın en özel ve biricik anılarını biriktirmişim. Belki de çocukken yaşadıklarımın farkında olmadığımdandır onları güzel kılan. Kim bilir?

Birinci sınıfın ilk günü. Ailemin beni 45 kişilik sınıfta tek bırakacaklarından ötürü endişeli bakışları hala gözümün önüne gelir ve ben büyük bir cesaretle “Hadi gidin, beklemeyin artık beni” diyerek yüzümü sevgili öğretmenime dönmüştüm. Sanırım tüm cesaret duygumu orada yitirdim. İyi yanından bakalım olaya; dünyama kocaman bir yer daha eklenmişti. Ben, ailem ve sınıfım. Bana hep bol bol kitap okumayı öğütleyen öğretmenim, teneffüslerde okul bahçesinde en yakın arkadaşımla çılgınlarcasına Barış Manço şarkısı söylemelerim, matematik dersinden nefret edişim ama çabalamaktan da vazgeçmeyişim, canım sıkıldıkça sevdiğim kişiler için yazmış olduğum şiirlerim, kompozisyonlarım… 

Sonrasında ise başka bir yerde yaşamımı idame ettirmeye başladım. Yeni bir ev, yeni bir okul, yeni arkadaşlar. İşte işler bu noktadan sonra sarpa sardı. Saflık ve masumiyet büyüsünü yitirdi. İyilik edip iyilik bulanlardan olamadım. Bazen iyi kalabilmek için kötü şeyler yapabiliyor insan; en büyük ders bu oldu benim için. Her zaman başka bir yol vardır derler ama başka yol dedikleri daha da karanlık bir yolsa? Karanlık yol mu yoksa daha karanlık yol mu? Yaşımız küçük ve yaşadıklarımız boyumuzu henüz aşmadıysa bunun ayrımına varamayabiliyoruz. Tabii hayat ne yaşımıza bakıyor ne de yaşadıklarımıza. Büyüyoruz. Karanlık yolları tercih edip, aydınlıklara ulaşmayı amaçlıyoruz. Bazen de aydınlık yolları tercih edip zifiri karanlığın ortasında buluveriyoruz kendimizi. Her ne yaşarsak yaşayalım kök salmaya devam ediyoruz bulunduğumuz yere, yürüdüğümüz yollara; bir anlamda bizi temsil eden hayat ağacımız yerin üstünde de yerin altında da kök salıyor hiç durmaksızın. 

Bazen de eski fotoğrafları kurcalarken buluyorum kendimi. Mutlu ve gülen gözlerin hapsolduğu fotoğrafları kıskanıyorum içten içe. Bir daha yaşanması olanaksız olan anıyı, alelade bir kağıda hapsediyoruz ve hüzünlü gözlerle süzüyoruz o gülen gözlerin içini. Bu da hayatın insanı cezalandırma biçimlerinden bir tanesi mi? Eğer öyleyse hiç adil değil; hiçbir şeyin adil olmadığı gibi. 

Karanlıkların sonsuz aydınlıklara kavuştuğu, çıkmazların olmadığı, masumiyetin büyüsünü hiçbir zaman kaybetmediği ve anıların sadece bir kağıt parçasına hapsolmadığı bir hayat dileğiyle. 

Son bir not: Hayat ağacınızı sulamayı unutmayınız.   

Yazar: Elif Ayça Ölmez

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.