Hayal… Ne kadar da uçsuz bucaksız bir kelime, ne sonu belli ne de başı. Öyle ki insan ilk ne zaman hayal etmeye başladı bunu bilemiyor. Sahi ilk ne zamandı; dünyaya geldiğimiz ilk andan itibaren mi yoksa daha gelmeden mi? İlk neyi hayal ettik mesela, bizi dünyaya getirenlerin varlığını mı, bizi büyüteceklerin nasıl birileri olduğunu mu? Sonra büyüdük bizimle birlikte hayallerimiz de büyüdü belki de büyümek zorunda kaldı. Büyüdük ve gerçeklerle tanıştık belki de hep tanıdıktık. Her şeyden bağımsız, istediğimiz gibi, özgürce hayal ederken gerçekler bu özgürlüğün sınırını çizmeye başladı. Sonsuzluğa uzanan ağaçlar hayal ederken gerçekler o ağacın dallarını kesti, sayısızca yapraklar düşlerken gerçekler yaprakları döktü, özgürce uçan kuşlar hayal ederken gerçekler gökyüzüne bile ulaşıp orayı kirletti, karıncaların istedikleri gibi istedikleri yere gidebildiklerini hayal ederken gerçekler yollarına beton döktü, sulardaki her canlının rahatça nefes alıp yüzebildiğini hayal ederken, gerçekler suların derinliklerini bile kirletti, en sevdiğimiz ağacın gölgesinde otururken kurduğumuz hayaller gerçeklerin o ağacı yok etmesiyle yakıcı güneşte yarım kaldı, son buldu. Çocukların sadece oyun oynadığı zamanları hayal ederken gerçekler onları büyümeye zorladı, suyun söndüremediği ateşleri hayal ederken gerçekler alevleri daha da körükledi, benden farklı olanla da biz olabilmeyi hayal ederken gerçekler herkesi aynılaşmaya zorladı, herkesin eşit yaşama hakkı olduğunu hayal ederken gerçekler buna son verdi, kimsenin açlıktan ve susuzluktan ölmediği bir yaşam hayal ederken gerçekler bütün yiyecekleri kendileri için aldı ve suları bencilce kullandı, bencillikte daha da ileri giden gerçekler hayal etmeyi sadece insana özgü kıldı, kelebeğe istediği gibi geçireceği 24 saat, arıya istediği çiçekten bal yapacağı bahçe, uğur böceğine istediği gibi uğur getireceği bir yer, kaplumbağaya istediği zaman evinden çıkabileceği bir orman, atların özgürlüğe koşabileceği bir yol, günebakanların güneşe bakarken hissettikleri ümidi bırakmadılar… Bunları hayalleri umursamadan yaptılar. Peki, bunlar olurken hayal edenler ne yapabildi? Gerçekleri kabul edip hayal etmeyi bıraktılar mı? Artık hayal eden gerçekler miydi? Aslında bu sorunun cevabı içimizde bir yerlerde, ona ulaşabilmek hayallerimizde saklı, gerçeklerde değil! Hayallerimize sımsıkı sarılalım onlar bizim hayat yolundaki yol arkadaşlarımız, yolumuzu aydınlatan ışığımız, yüzümüzü güldüren sebeplerimiz, her şeye rağmen bitmeyen umudumuz, gerçeklere rağmen bizim hayallerimiz. Bir gün mecbur kalsak bile hayallerimizi gerçeklere teslim etmeyelim, onların da özgürlüğü olsun, hiçbir şeye zarar vermeyen bencilce değil umutluca bir özgürlük, sınırları olmasın ama başka sınırlara da hep saygılı olsun, gerçekler yüzünden zarar görmesin ama zarar da vermesin, renkli halini solup kaybetmesin ama başka renklere de paletinde yer versin, içindeki çocuğu hiç susturmasın fakat başka çocukların da seslerini dinlesin, kendi yolunu kendi belirlesin fakat diğer yolları da görmezden gelmesin. En önemlisi de bütün bu saydıklarımızı yaparken çoğu gerçek gibi sadece kendini düşünmesin, bakış açısını dar açıya sıkıştırmadan genişletsin, hiçbir şeyi kendi gibi olmadığı için dışlamasın farklı olanları gerçeklerden daha çok kucaklayabilsin, saygıyı sadece gerçekler gibi sözcük anlamında öğrenmesin, onu hep benimsesin, sevgiyi her şeye gösterebilsin, merhameti hiç unutmasın, kötülüklerin içindeki iyilikleri ve kötünün içindeki iyiyi aramaktan hiç vazgeçmesin, sadece siyah ya da beyaz olmasın griye de yer versin, karanlığa rağmen aydınlığı hiç unutmasın, hatta karanlıkta ışık olabilsin ama karanlıktaki diğer ışıkları söndürmeye çalışmasın, onlarla birlikte parlamayı da bilsin. Kısaca hayallerimiz gerçeklerin olumsuzluklarına rağmen olumlu olmayı, karanlık tarafına rağmen aydınlık kalmayı, ümitsizliğine rağmen ümitlerini bırakmasın. Hayal edebilen gerçekler değil, gerçeklere rağmen hayaller olsun.
Yazar: Cansu Akyayla