ESARET

Esaret,insanlık tarihinin ilk zamanlarında ortaya çıkmış,o gün bugündür insanlığı bütünüyle etkileyen bir kavram.Tarih boyunca insanlar bireysel olarak ve kitleler halinde esarete maruz kalmışlar.Esaret insanlarla yetinmeyip ülkeleri de kendine katarak günden güne güç kazanmış.Tarih sahnesi esaret altında kalmış insanları ve ülkeleri sıklıkla bünyesinde barındırmıştır.Yüzyıllar ilerlemiş ve esaret günümüzde bir miktar güç kaybetmiş gibi görünmektedir.Acaba bu gerçekten de böyle midir?

Tarih kitapları Yıldırım Beyazıt’ın Ankara Savaşı sonucunda Timur’a esir düştüğünü yazarlar.Esareti bu boyutuyla düşündüğümüzde elbette günümüzde bu tarz bir esaret yok denecek konuma gelmiştir.Fakat esaret mutasyona uğrayarak farkı şekillerde benliğini korumaktadır.Günümüzde en çok rastladığımız esaret türü ise duygusal esaret olarak görülmektedir.Şarkı sözleri de bu düşünceyi doğrular niteliktedir.İçimizden bir on saniye kadar düşündüğümüzde duygusal esareti anlatan onlarca şarkı yapılıp,şiir yazıldığı zihnimizde canlanmaktadır.Pekala duygusal esaretin varlığını kabul ettiğimizi var sayarsak esaretin bizim hayatımızın neresinde olduğunu tespit edebiliyor muyuz? Sezen Aksu “Ben sende tutuklu kaldım” derken esaretini fark etmiş,esaret kaynağını bulmuş.Peki her insan esaretlerini bu açıklıkta anlatabiliyor mu?

Kimi insan umutsuz aşkına,kimi tuttuğu futbol takımına,kimi hayranı olduğu müzik grubuna esaret içinde bağlanmakta.Esaretler bir süre sonra hayatın vazgeçilmez bir parçası hale gelmekte.Bu durumda esaretlerden kurtulmak bir yana esaretten vazgeçememe durumu ortaya çıkmaya başlıyor.

Umutsuz aşk bu konuda diğer rakiplerinden bir adım öne çıkıyor.İnsan umutsuz aşka kapıldığı vakit iki kişilik yaşamaya başlıyor.”O ne yapıyordur” ile başlayan bu süreç, bir süre sonra hayatın tüm alanlarına sirayet ediyor ve her yapılan şeyde “Bunu bir de onunla yapsak” evresine geçiyor.Bu evre esaretin insanın tüm hücrelerine kadar girdiği,geri dönüşün çok zor olduğu bir evre.Belki de en saf ve en basit duygu olan sevmekten,esarete giden süreç yazılan kadar kolay geçmiyor elbette.Yapılan işten verim alamama,duygusal gel-gitler,sürekli bir umutsuzluk hali bu sürecin en çok görülen belirtileri.Kişiler çoğu zaman bu esaretlerinden kurtulmayı deniyormuş gibi görünseler de bu denemeler kendini kandırma çabalarının ötesine geçemiyor.Esaret bu aşamada keskin bir tat almaya başlıyor.Vücut esarete tamamen alışıyor ve kurşun işlemez konuma geliyor.Böylece sevgiden esarete giden süreç tamamlanmış oluyor.

Esarete giden yolda geri dönüş olabilir mi olamaz mı tartışılabilir.Belki her alanda ölçülü olmayı felsefe haline getiren insan esarete giden yolda köprüden önce son çıkışta yolunu değiştirebilir.Fakat ölçülü olmak iniş çıkışlara müsaade etmeyeceğinden iniş yaşamamak uğruna çıkışlardan vazgeçmeyi gerektirebilir.Tarih boyunca iz bırakmış insanların ölçülü olanlardan değil cesur olanlardan çıktığını  yadsıyamayız.Bu yüzden hayatımız adına iz bırakacak adımları ölçülü olarak atmak yeterli olacak gibi görünmüyor.Esaret korkusundan uzaklaşıp daha cesur kararlar almak bu bakımdan bir adım öne çıkıyor.Kim bilir belki de esaret o kadar da kötü bir şey değildir…

Cengizhan Karasakal

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.