
Kişilik, net bir tanım yapmak zor olsa da kısaca bireyi biricik yapan, diğer bireylerinkinden farkı belirgin olan tutarlı davranış kalıplarıdır denilebilir. İnsanların kişilik özelliklerinde hem genel bir kalıp vardır hem de hiçbir insan belli bir kalıba uymaz, kişilik hep daha fazlasıdır. Kişilik özelliklerinin çeşitlenmesinde doğuştan gelen bireysel farklılıklar ve çevrenin etkisi önemli iki unsurdur. İnsanlar fabrikasyon ürünler olmadıkları için yaşanmışlıkları, çevreleri, karşılaştıkları insanlar, yaşam-düşünce tarzları birbirinden farklıdır. Gelinen geçmiş ve gidilecek gelecek özgün olduğundan dolayı olaylar aynı da olsa edinilen tecrübeler kişiye özeldir ve kişilik oluşumu/gelişimi üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir. Her hikayenin ayrı bir merak uyandırmasının bir nedeni de geçmişlerin farklı olması ve geleceklerin sonsuz olasılıklarla bezenmiş olmasıdır.
Eğer söz konusu insansa girdinin aynı olması çıktının aynı olacağı anlamına gelmeyeceğinden dolayı aynı durum karşısında verilen tepkiler farklıdır ve insanların olaylara yükledikleri anlamlar kendilerincedir. Kişiliklerin bunlarla ve daha nicesiyle yoğrulmasının doğal sonucu ise tutum, davranış ve düşüncelerin çeşitli olmasıdır. Bu durum her ne kadar doğal ve basit olsa da özellikle düşünce çeşitliliği kimi benbilirimciler tarafından pek de müsamahayla karşılanmaz. Tek doğru kendi doğrusu olan bu kişiler için farklı düşünen insanlar adeta cahildir, bu yüzden de öncelikli hedefleri haline gelir karşıt fikri çürütmek. Bunun altında yatan nedenlere baktığımızda karşıt fikirden korkma, itaat, kendine güvensizlik, kendini üstün görme, bağnazlık, gelişim/değişime kapalılık gibi faktörleri görebiliriz. Kişinin özgüveninde bir problem varsa, gördüğü otorite figürünün karşısında veya sayıca fazla olan topluluk karşısında, belki biraz da çekinip korktuğu için görüşünü savunma cesareti gösteremez ve aklına yatmasa da dayatılana uyar. Değeri yüksek olan fikirlerdense destekleyeni çok olan fikirler hep daha bir rağbet görür, kişinin kendisine ya da fikrine olan güvensizliği yüzünden. Yetersizlik duygusunun sonucunda ise kendini üstün görme durumu oluşur, kişi kendi gibi olmayan her şeyi aşağılayarak bu duyguyu örtbas etmeye çalışır. İnsan kendi görüşüne yakın görüşlere aşırı dozda maruz kalıp aksi görüşlere kendini kapattığında ise bağnazlaşır ve kendi inandığını tek doğru sanmaya başlar. Bir noktadan sonra sabırlar iyice zorlanınca da güç kullanımı devreye girer.
Güç; güçsüz insanların en çok kullandığı yöntem… Fikir ayrılığını hazmetmek mümkün değildir böylesi kimseler için. Bunlar gösterilecek nedenlerden sadece birkaçı. Bununla birlikte çoğu zaman da elini taşın altına koymak istemediğinden kaynaklanır bu tahammülsüzlük. Çünkü bilir ki düşünmek masraflı, değişim isteyen bir iş iyisi mi rahatımı bozmayayım! Aynı fikirlerin arasında güvende ve dengede olduğunu sanmak yanılsamadan başka bir şey değildir ve bunun sonunda daha çok sıkıntıya yol açacağı kesindir. “Herkes aynı fikirdeyse kimse yeterince düşünmüyor demektir.” diyor Mevlana. Çünkü fikir üretmek düşünce eyleminin bir sonucudur. Gelişim sorgulayanların hakkıdır ama hazıra konmak her zaman daha cazip gelir. Oysa tüm bunlardan arınıldığında hep daha fazlası olma, tekdüzelikten ve sığ düşüncelerden kurtulma yolundaki en büyük engel de kalkmış olacaktır. Kendi fikri, karşıt fikri çürütmek için yetersizse bunun farkına varıp doğru olanı bulmak ve kendini haklı çıkarmaya yönelik harcanan eforu düşünmeye harcamak, benzer fikir arayışlarıyla kendini doğrulatmaya çalışmaktan çok daha akıllıca olacaktır. Namık Kemal’in dediği gibi “Fikirlerin çarpışmasından hakikat ışığı doğar.” Sorgulamalı, dinlemeli, tamamen katılmasa, o fikri benimsemese bile anlamaya çalışmalı insan. Aynı yollardan geçmediği o insanlarla aynı düşünce yapısını paylaşmak gibi ütopik hayallere kaptırmamalı kendisini. Bilmeli düşünmenin önemini, fikir zenginliğinin kıymetini. Kendi fikrine hata payı, karşıt fikre ise doğruluk payı verdiğinde mesafe kat edilebilir. Fikirlerin kesişim noktası bulunup nasıl daha fazlası olabilir diye düşünülmeli. Gelişim, değişim, olgunlaşma bu dengesizlik durumundan yeni bir denge kurmakla mümkündür ancak.
Ekoloji bilimi ile ilgili bir terim olan “kenar etkisi” tam da burada insana çok güzel uyarlanabilmektedir. Prof. Dr. Sinan Canan’ın tanımıyla kenar etkisi kısaca “yaşamın ve verimliliğin farklı ortamları birbirinden ayıran kenarlarda veya sınırlarda zenginleştiği ve çeşitlendiği gerçeğini anlatır bize.” Sinan Canan, Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler adlı kitabında bu konuyla ilgili verdiği örnekte, toprağa atılan tohumun hava ile toprağı ayıran o ince kenar tabakasından her iki ortama doğru büyüyüp geliştiğinden ve böylece hem topraktan gerekli besin maddelerini hem de havadan gerekli gazları ve güneş ışığını alarak gelişimi için en uygun koşulun sağlanmış olduğundan bahseder. Yeniliğin ve çeşitliliğin kaynağı olan kenar etkisinin insan toplulukları ve düşünce açısından önemine de vurgu yapar. Yine aynı kitabında değindiği bir başka örnekte ise kenar etkisini, iki kıta arasında bulunan Anadolu’nun biyolojik olarak Asya ve Avrupa’dan çok daha fazla bitki ve hayvan çeşitliliğine sahip olmasının nedeni olarak gösterir. Kültürel olarak da bu böyledir. Çok eski dönemlerden bu yana medeniyetlerin beşiği olan Anadolu, kültürel anlamda bir kenar niteliğindedir ve bu zenginliği geleneklerden yemek kültürüne kadar birçok alanda görmek mümkündür. Hal böyle olunca fikir zenginliği yönünden de aslında ne kadar şanslı olduğumuzu fark etmemiz geleceğimiz için çok büyük bir fırsat oluşturabilir. Çünkü iki farklı ortamın kesişim noktası olan kenarlar ikisinden de çok daha fazla çeşitliliğe sahiptir. Benzer görüşlerin olduğu ortamda tekrar, kaçınılmaz olduğundan o görüş pekişebilir; farklı düşüncede olanlara karşı hoşgörü seviyesi düşüp karşılıklı iletişim problemleri yaşanabilir. Özgün deneyimleri olan biz insanların fikir anlamında en verimli olduğumuz nokta aynı fikirlerin birbirini desteklemesi değil farklı fikirlerin uygun koşullarda çatışmasıdır, tartışılmasıdır.
Geoff Lawton, “Sınırlarda yaşamıyorsanız çok fazla yer işgal ediyorsunuz.” derken eğer kenarlarda bulunulursa yeni ve faydalı işler başarılacağı ihtimalinin daha yüksek olacağını kastediyor olabilir aslında. Düşüncelerin kenarlarındaki çeşitlilik insanın ufkunu genişletir. Öğrenilmiş çaresizlik yüzünden çözümsüz zannedilen problemleri sadece bakılan açıyı değiştirerek çözmek mümkün hale gelir. Yine insanlığın ilerlemesine katkı sağlayacak devrim niteliğinde düşünceler üretmek de böylesi ortamlarda kendine daha fazla yer edinebilir. İnsanlığın gidişatına yön veren Einstein gibi dahilerin hep bir uçlarda dolaşan, sınırları aşan insanlar olması, alışılmışın dışında düşünebilmeleri belki de bu durumun en güzel örneklerindendir.
Doğada kendini gösteren kenar etkisi olgusu bu şekilde düşünce çeşitliliğine uyarlandığında farklı fikirlerin önemi ve gerekliliğini anlamada insana yeni kavrayışlar kazandırabilmektedir. Bu etki her ne kadar aklın, düşüncenin kenarlarında oluşsa da zenginlik açısından merkezi öneme sahiptir aslında. Doğadaki her şey gibi fikirler de ancak zıtlarıyla vardır ve varlıklarını zıtlarıyla sürdürebilir, daha ileriye gidebilir. Bu da ancak düşünce özgürlüğünün olduğu ortamlarda; iletişime açık, anlayış sahibi kimselerin arasında can bulabilecek bir durumdur. Dengesizlikten yeni bir denge kuramamak ve yerinde saymak bir noktadan sonra yıkıma neden olabilir. Yıkımdan korunmaktan ziyade gerçekten var olup gelişebilmek adına, konulara farklı açılardan da yaklaşabilmek fayda sağlayacaktır. Bu sayede belki bir arpa boyu yol alınabilirse, uzun yıllar ayağımıza pranga olan problemlerin cevap anahtarı da yine ayağımıza gelir. Kimileri ısrarla tartışma kelimesinin sözlük anlamlarından biri olan “polemiği” cımbızla çekip çıkarsa da, kendi doğrularını dikte etmeye calışsa da, bilindik konular hep aynı kısır döngüyle ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilse de fikirlerin çarpışmasından hakikat ışığının doğması adına umutlar hala capcanlı ve yemyeşil.. Özellikle de düşüncenin kenarlarında…
YAZAR: Bahar KAYA