Bu Hikaye Senin

Olmamıştı insan. Her oldum dediğinde, ham kalan taraflarının keşfiyle yaşamına devam ediyordu. Bazen yaşayan bir ölü bazense günü kurtarıp kaçan, şöyle bir dolaşıp geri gelen mahkum misali.

(Bu yazının okunma süresi yaklaşık 3 dakika sürmektedir.) 

Boşluk boşluğundan yakaladığı an başladı. Öyle ki, içinden binlercesini söküp çıkardı bir anda, yıllardır sanki bunu bekliyormuşcasına veyahut tekrarların tekrarını yaşarcasına.. Sahi yıllardır ne olmuştu? Savrulmuş durmuştu. Dayanamamış haykırmıştı. Anladıkça susmuştu. Sessizliğinde boğulmuştu. Belki de mecburdu. Kabulle ve sabırla verdiği bir savaşın içindeydi. Konuşmuyordu, ağzı var dili yok misali, susuşların hakkını veriyordu. Durdu dünya, durdu zaman, durdu insan. 

Her gün arkasında yeni bir kırıntı bırakıyordu, farkında olmaksızın. Bazen yalnızca “bakıyor” bazense “görüyordu”. Gördüklerini korkuları takip ediyordu. Sanki bir adım atsa uçurumdan yuvarlanacakmış gibi. Başını döndüren rüzgarıyla düşecekmiş gibi. Oysa insan en çok da kendi rüzgarıyla savrulup düşmeliydi. Tüm bedeninde hissetmeliydi. Kendini, benliğini..

İnsan düşmeliydi. Değişmek ve değiştirmek için. Düşmek lafına aldanmamalı, herkes bi ayrı güzel düşer bu hayatta. Kırıntıları saçılıverir dört bir yanına. Kimisi dışında kalır batar, kimisi altında ezildikçe şekil değiştirirdi. Böylece, her defasında bambaşka devam ederdi yola. Dünüyle bugünü aynı olamazdı. İnsan olmak böyle bir şeydi. “Eski hikayelerimizin bizi tuzağa düşürebilecek olmasına rağmen, bunların arkasındaki daha derin hikayeleri bir kez meydana çıkardığımızda bizi özgürleştirecek kuvvete sahip olurlar. Bu özgürlüğün kaynağı içimizdedir, sadece çıkarılmayı bekler.” diyor Wolynn. 

“İçim kuru

Bu mu 

onca uğraşın sonu?

Burada
nerelerden geçip geldiğim bungunluk,
kimlerden gelip geçtiğim durgunluk,
olgunluk
bu mu?
Oldum mu?” Demişti Oruç Aruoba. Bana kalırsa hayır, olmamıştı insan. Her oldum dediğinde, ham kalan taraflarının keşfiyle yaşamına devam ediyordu. Fakat öyle yorgundu ki kimi zaman, içerden gelen seslerle durmadan baş başa kaldığı anlardan… “Yollardadır her gece, her gündüz yollardadır ve uykusuzdur yollar kadar, yorgundur. Şu ana biraz sonraya ya da az önceye göre yolun hangi noktasında olduğu bile bilinmiyordur.” Bazen yaşayan bir ölü bazense günü kurtarıp kaçan, şöyle bir dolaşıp geri gelen mahkum misali. Mahkumdu çünkü kendi zincirlerine vurulmuştu. Kaçmak işe yaramazdı, gittikçe zincirlerine dolanırdı. Aramaya çıkmak ise kayboluşunu büsbütün derinleştirirdi ve bir gün bu döngüsel esaretine son verecek olduğunda, her şey için geç olmamasını diliyordu. Biliyordu, yeryüzünde her şeyin kendi zamanı vardı. Bazen dış dünyada bir adım atmadan önce iç dünyamızda bir adım atmamız gerekiyordu. “İnsanın sessizce yaşayacağı bir histir keder.” diyor Sayar ve ekliyor, “İnsan bazen kendisi olmaktan yorulup ümitsizliğe düşebilir. Ama bu sürecin sonunda kendisini zenginleştirebilecek bir tecrübe edinir, hayata dair bir bilgi devşirir buradan.”

Fakat, insanın sonra derinden bir ah çekesi geliyordu. Yaşamaya cesaret edemediğimiz her şeye, konuşamadığımız her bir kelimeye, haykıramadığımız her bir duyguya ah! 

Çoğu kez yavaşlayıp da görmekten bahsediyorduk peki ama her şeyi görmekten körleşen ruhlarımıza ne demeliydi? Zamanın akıcılığının ilacının arkasına saklanıp da aldanmamalıydı. Belirsizlikler içinde geçen ömürlerimiz için bir iyilik yapmalıydı. 

Sevdiklerimize sıkıca sarılmalı, duymalı ve dinlemeliydi. 

“Seni seviyorum, 

Sana teşekkür ediyorum, 

Ve sana ihtiyacım var.” demeliydi insan. 

Sonra hayatına dönüp şöyle bi bakmalıydı. Ne görüyorsun? Binlerce yol değil mi? Seni şu ana kadar getirmiş pişmanlıklar ve iyikilerle dolu binlerce yol… Kapılar birer birer bir diğerini açmaya devam etmiş… Hikayeler yazılmış, çizilmiş. Sıra şu ana gelmiş. Şimdi aynaya bak. Elinde tutuşturulmuş bir kalem, karşında yalnızca varlığı bile armağan olan bir “sen” duruyor. O halde neyi bekliyorsun? Umut etmeliydi insan ve unutmamalıydı.

Ne kadar büyük bir kaosun içinde olursan ol,
Unutma,
“Her siyahın bir beyazı, gecelerin gündüzü vardır.”

Unutma, 

“Her tutsağın bir kaçışı, uykunun uyanışı vardır.”

Bu hikaye senin. 

Yazar: Ceren Bayram

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.