Bir Garip İnsanlık

Güzelsin, farklısın, tatlısın, korkulansın; gidilememiş, görülememiş uzak diyarlardansın. Türlü türlü insanmışsın diye alıp bir fanusa kapatmışlar seni. Almışlar kafese koymuşlar ve ayaklarını yakan kumlar, yaralar bırakan taşlar sermişler altına. Seni sen yapan özelliğini ilaçlarla uyuşturmuşlar, kilometrelerce koşan sen birkaç adım zor atacak hale gelmişsin.

Güzelsin, farklısın, tatlısın, korkulansın; gidilememiş, görülememiş uzak diyarlardansın. Türlü türlü insanmışsın diye alıp bir fanusa kapatmışlar seni. Almışlar kafese koymuşlar ve ayaklarını yakan kumlar, yaralar bırakan taşlar sermişler altına. Seni sen yapan özelliğini ilaçlarla uyuşturmuşlar, kilometrelerce koşan sen birkaç adım zor atacak hale gelmişsin. İklimi uygun değilmiş senin yaşamana; göstermelik bir uygunluk yaratmışlar, boyamışlar etrafını dallandırmış, budaklandırmışlar özgür yaşam alanına benzetmek için. Tek kalma diye arkadaşlar vermişler yanına. Ama zamanla arkadaşların dayanamamış bu duruma, hastalıktan ölmüşler. Önce ölümlerine üzülmüşsün, sonra kendi yalnızlığına. Bakıp durmuşsun hasretle memleketine benzetilmiş o sahteliğe. Birkaç merhametli gergedan, fil çıkıp demişler ki “Evine gönderin bu insancağızı, iklim onun için uygun değil.  Onun yeri burası değil. O yalnız, ölüyor.” Akrep buna izin vermemiş çünkü o insancağızdan hayli kazanırmış ve bahaneler üreterek susturmuş onları. Ölüvermişsin bir zaman sonra evinden uzakta, eziyetler çekerek, bunalım içinde oracıkta. Taşlaşmış yüreklere dokunmamış bu ama! Sonra başka bir kafeste ne buldularsa atmışlar kafana tepkini ölçmek için. Yemekler uzatıp çekmişler eğlenmek için.  Avlamışlar seni, derini yüzüp çanta yapmışlar, mont yapmışlar… Cesedini halı yapmışlar, kafanı doldurup duvara asmışlar, ev aksesuarı olmuşsun. Pahalıya gitmiş ölün piyasada ve “Yeaa, bu insanın ölüsü çok para ediyor.” demişler, dirinin yaşam alanını daralttıkları yetmezmiş gibi. Sırf daha çok gülebilsinler diye kırbaçla dans ettirmişler, oyunlar oynatmışlar sana. Zehirli atıklarını, çöplerini atmışlar soluksuz maviliklerine; çöpleri ayaklarına dolaşır, yiyeceklerini kirletir, seni öldürür olmuş. Nefes alamaz karnı doyamaz olmuş, kıyılara vurmuşsun.

Çok uzak diyarlardan da değilmişsin sevgiyle yaklaşırmışsın onlara. Güvenden, sevgiden ve sadakatten başka bir şey vermezmişsin ya da zararın dokunmadan doğanın sana sunduğu döngüde dengenin korunmasını sağlamadaki görevinde yaşamını devam ettirirmişsin. O bile rahatsız edermiş tilkiyi. Sapanla avlarmış seni, tutarmış kolunu bacağını kırarmış, saçlarını yolarmış. Kedi tilkiden geri kalır mıymış hiç! Elini ayağını kesermiş, gözünü çıkarırmış, yaralarmış, acımasızca tekmeleyerek dövermiş seni. Her şey onların lüksü, şiddeti için var olmuş gibi. 

Yuvanı yakıp yıkmışlar ve tüketmişler neslini geriye tek kalmışsın, farkına varıp bu kaybın korumaya almışlar. Yapılanın günahını çıkarır sanki! Oturmuşlar bazı aydın ırklar demişler ki “Bakın, bakın bunu biz yapıyoruz. Acımasızca davranıyoruz. Dünya bizimmiş gibi yaşıyoruz ve onları keyfimizce katlediyoruz, kullanıyoruz. Biz onlara zarar veriyoruz. Ne zaman bu kadar kötü olabildik, ne zaman?” diye avazları çıktığı kadar bağırmışlar duyurmak için seslerini. Tüm bu katliamın sebebi olanlar alkış tutmuşlar, hak vermişler, seslerine ses vermişler ve sonra bu sesi kısmak için türlü çabalara girişmişler işlerine engelmiş, eleştirelmiş ve yapmaya devam ettiklerine umarsızca devam etmişler. Sen de olan biten içinde içli içli ağlamışsın elinde tek kalan “insanlığına”, nasıl tükendiğine ve senden sonra isimden ibaret olarak kalacağına.

Kutup ayısı Arturo’nun anısına. 

İzleyen bir çift gözden daha fazlası olmak adına…

Yazar: Tuğçe Ünalmış

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.