(Bu yazının okunması yaklaşık olarak iki dakika sürmektedir.)
“Şimdi bana neden diye soracak olursan eğer verecek bir cevabımın olmadığını sende bil isterim. Senin inatçı anlam sever ruhuna epey gülünç gelecek olsa da bazen anlamsız olması gerekir. Hatta bazen iki kere bile düşünmeden ve neden diye sormadan yaşanması gerekir. Bu söylediklerim gözünde beni sorumsuz ve basit biri yapmasın sakın. Haddinden fazla sorumluluğun getirdiği yükleri iyi bilirim fakat nasıl taşınması gerektiğini hiç bilemedim.
Sana gecenin bir yarısı, elimde zar zor yazan bir kalemle, ne zaman okuyacağını hiç bilemediğim bu mektubu yazarken içimde barınan yersiz yurtsuz yaşanmışlıkların ağırlığını taşıyorum. Yaşananlardan payıma düşen bütün güzellikleri sana bırakmaya karar verdim. Güzel hatıralar hatırlamaya layık olanda kalır demiştin. Sana senden gelenleri gönülden bir rızayla geri veriyorum. Hatırana bile yaraşamadığım için beni affetmeni ümit ediyorum.”
Elimde duran mektubun okunan son satırları bunlardı. Nerden ve kimden geldiği okunmayacak kadar eskimiş olsa da üzerinden iki hayat acısıyla tatlısıyla geçip gitmişti. Yarım kalmış bir hikayenin tanığı olmak içimde bir burukluk bırakmış olsa da zamanı ve yaşamı ruhumun en derinlerinde hissetmiştim. Aşk, ayrılık, hayal kırıklığı ve pişmanlık adı her ne olursa olsun gerçekti. Yaşanmıştı ve hala bir yerlerde yaşanmaya devam edecekti. Hisler ve ruhlar zamanla birleşmiş ve sonsuzluğa erişmişlerdi.
Yazar: Seher Avcı
Görsel kaynak: https://pin.it/31w84MKso