(Bu yazının okunma süresi yaklaşık olarak 2 dakikadır…)
Otuzuncu yaş… Yirmilerimde düşündüğümde tüylerimi ürperten o yaşa giriyorum bu gece. Önümdeki pastada yazılı otuza burukça gülümsüyorum. Mumları üflerken “sevgi” dileniyorum, dilemek isterdim ama onun için geç kalmış hissediyorum artık dileyemeyecek kadar büyüdüm. Arkadaşlarımın sesleri, kahkahaları beni tekrar yaşama çağıran siren seslerini andırıyor. Yaşam ve ölüm gibi denklemde bir yaş daha büyüyorum. Eksikliğim damarlarımda kol gezerken içeceğimden bir yudum daha alıyorum.
En sevdiğim müzik kulaklarıma dolarken bir şey hissetmemek istiyorum ama o his orada tam içimde yükseliyor ve ben de kapılıyorum. Yarım kalmışlık hissi ruhumu ele geçiriyor, etrafımdaki kalabalık hayaletlere dönüşüyor. Herkese lavaboya gideceğimi söyleyerek kendimi dışarıya atıyorum.
Elimi cebime attığımda yapboz parçasının hissiyle derinde parçalanıyorum. Bir erkek ve bir kadını anlatıyor o parça. Tamamlanmamış bir yapboz ve kalan tek parçası cebimde. Yarım kalmışlığımın bir kanıtını bana vuruyor. Rüzgar eserken saçlarımdan gelen vanilya kokusu burnuma doluyor, gecenin karanlığında yıldızları izliyorum. Yıldızlar bile bana başka bir hikayeyi anlatıyor, sonu yazılmamış bir hikayeyi. Sartre’dan alıntı zihnimde yankılanıyor: “Aşk iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkumdur.”
Kendi bilincime hapsolurken ellerim titriyor. Her şeyin farklı olmasını, bir sona sahip olmayı istiyorum fakat bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Ben otuz yaşına sevgiyi dilenerek giren kalabalıklar içinde yapayalnız kalan bir kadınım. Kendi hapishanemde sevgiyi dilenerek kaçmayı çalışıyorum ama daha da hapsoluyorum. Herkesten ve her şeyden kaçabilirim ama o hapishaneden asla… Çünkü o zihnimin içinde, avuçlarımda gezdirdiğim yapboz parçasında ve daha da kötüsü yıldızlarda.
Karanlık ormana bakıyorum, beni çağırıyor. Ben de hapishanemden kurtulmak için oraya doğru yürüyorum. Sevgi eksikliğimin temeli belki de en derinde o karanlığın içinde. Hep kaçtığım yere bir hamlede giriyorum. Korkuyorum ama yüzleşmem lazım. Yaşamla yüzleşiyorum, ağaçların dalları korkulukları andırırken ben sadece yürümeye devam ediyorum.
Avcumun içindeki yapboz parçası yalnızlığımı ve sevgisizliğimi hissettirirken onu bırakma zamanımın geldiğini biliyorum. En uzaktaki ağaca doğru yürüyorum ve onu toprağa bırakıyorum. Bu bir veda ve ölüm ama bir merhaba ve doğum. Tamamlanmamış hikayeme bir son yazıyorum. Yapbozu sonunda bitiriyorum ve ben otuz yaşımda tekrardan doğuyorum.
Yazar: Ayşegül Çıkrıkcı
Görsel Kaynak: https://tr.pinterest.com/pin/611222980703985821/