Sonsuz Melankoli

Kendi başına gelebilecek kötü bir olayın düşüncesi bile bir yas değil midir? Sevdiğini kaybetme korkusu o ihtimali zihninde yaşattığın an için bile bir yas değil midir? Bugünlerde #evdekal ırken, zamanınızı yazarlarımızın yazılarını okuyarak değerlendirebilirsiniz. Yazılarımızla yanınızda olmayı çok isteriz.

(Bu yazının okunması yaklaşık dört dakika sürmektedir.)

Melankoli. Kara yas. Hissettiğim her şeyi özetleyecek, elimde kalan tek kelime buymuş gibi. Melankoli, herkesin içinde bir yerlerde gizli olan ve çoğu kişinin ona bir canavar gibi baktığı, diğerlerinden gizlemeye çalıştığı ama gizlice beslediği bir his.

 Ben ise kendime karşı biraz daha dürüst olmak uğruna arkadaş oldum onunla. Aldım karşıma, konuştum. Herkes ondan kaçarken ben onun derdini dinlemek istedim. Neydi de derdi bir anda insanların içinde öylece beliriverip huzurlarını kaçırıyordu? Öğrenmek istedim sakince konuşmaya başladı, bir an bile titremeden sesi.

“Ben, onların hayallerinin, rüyalarının, yaşadıklarının, içinden geçip de ifade edemediklerinin, pişmanlıklarının, diğerlerine bakarak bir olasılıkla kendilerinin de başlarına geleceğini düşündükleri kötü yaşantıların, birine acıdıkları veya imrendikleri anda içlerinde beliren ezikliğin daha sonra bunu her hissettiklerinde kaçtıkları sığınakların, aşkı bulduğunu sandıkları anda genellikle tam da o anda, bu yanılgının ardından getirdiği hayal kırıklığının, arkalarında bıraktıkları zamanın ve yüzüne dönüp bakmadıkları ölümün bir parçasıyım. İnsanlar benim yüzümden bazen ağlaması gereken yerlerde güler; gülmesi gereken yerlerde ağlar. Ben onların her anlarının içine sızdım. Fark etmiyorlar sadece.”  

Neden fark etmezlerdi ki peki bunu, var mıydı bunun da bir açıklaması?

“Yaşamak için de ondan. Bilirsin, insan olarak yaşamanın bir bedeli vardır. Kendi varlığını sorgulayacak ve onun farkına varacak bilişsel kapasiteye erişmenin diğer canlıların farkına varamadığının farkına varmanın bir yan etkisi olmalı. Ben o yan etkiyim işte, bensiz yaşayamazlar ama ben yokmuşum gibi yapabilirler. Onları huzursuz eden şeylerden uzakmış gibi yaşamanın yollarını bulmak zorundalar, bunu normalde sağlıklı olduğunu düşündükleri o stabil zihinsel durumda kalabilmek, sosyal ilişkilerini sağlıklı devam ettirebilmek, diğerleri gibi yaşayabilmek için yapmak zorundalar. İnsanlar, nedense zorlama hareket etmeyi sever. Yokmuş gibi yapmayı güçlü olmanın belirtisi sanır. Hep iyi ve mutlu göründükleri zaman bana meydan okuduklarını düşünür. Oysa benim ne mutlulukla alakam vardır ne de iyilikle. Ben hep var olacağım, ölümlerine kadar izleyeceğim onları.”

Düşündüm, uzunca düşündüm bu kelimelerin üzerinde. Bu küstah ve gerçekçi kelimelerde hem beni çeken hem de içimde yoğun bir kaçma isteği uyandıran bir şeyler vardı. Sanırım bu sırada gerçeği aramaya duyduğum yoğun tutku ve gerçekten kaçmaya yönelik gelişmiş içgüdüsel mekanizmam aralarında çekişmeli bir savaş veriyordu. Sanki bu duyduğum kelimeleri hiç duymamış gibi yapsam olduğu gibi devam ederdim yoluma. Yapabilirdim bunu, ömrümü böyle geçirip bitirebilirdim. Ya sesli düşünüyordum ya da ne düşündüğüm bir şekilde açığa çıkıyordu çünkü bu düşüncelerime de yanıtı gecikmedi melankolinin.

“Zaten yapıyorsun ki, hem de her gün. Bunları duymamış gibi yapmak bir yana ancak ne kadarını duymazdan geleceğin konusunda bir etkin olabilir kendine. İnsanlar beni mutsuzlukla eşit tutuyor, benim varlığımın daimi mutsuzluk olduğunu düşünüyorlar. Oysa onlar zaten her anlarında bir şeylere yas tutuyor. Geçmişte arzulayıp elde ettiklerine, elde edip kaybettiklerine, asla elde edemeyeceklerine, romanlara, filmlere hatta kendi kafalarında yazdıkları senaryolara bile! Kendi başına gelebilecek kötü bir olayın düşüncesi bile bir yas değil midir? Sevdiğini kaybetme korkusu o ihtimali zihninde yaşattığın an için bile bir yas değil midir? Oysa sevgi varsa kaybetme korkusu da vardır, çünkü bir gün sevdiğin herkesi kaybedeceğin gerçeğini biliyorsundur. İşte bu yüzden insanlar benim varlığımın pek farkına varmaz veya bunun üzerinde düşünmezler. Unutmadan hatırlama gerçekleşmez; oysa beni hiç unutmazlar ki, hatırlasınlar!”

Son sözlerini söyledikten sonra bu garip şeyin pırıltısı yavaşça söndü ve yerini ardı sıra gelen düşüncelerle birlikte karanlığa bıraktı.

Böyleydi işte herkes gibi ben de hatırlamıyordum melankoliyi, sadece varlığının farkına varıyor ve onu kıyıya köşeye değil tam da gözümün önüne saklıyordum, böylece hislerimin arkasında gizlenenleri daha iyi ayırt edebiliyordum. 

O an da fark ettim, bunun da zaten hayatımızda olan ve sorgulanmaya gerek duyulmadan kabullenilen durumlardan biri olduğunu. Zamanla ve yaşla birlikte eritilip kabullenilen bir şeydi bu da. Bunlar ancak bu durumun varlığını kabullenmeye direnen insanlar tarafından sorgulanır ve fark edilirdi. Bu insanların neden kabullenmediği konusunda ise fazla emin değilim. Belki gerçeklerle hayallerin karıştığı bir dünyada sayısız gerçeğe kulak tıkayan insanların mesele böyle konular olduğunda her şeyi olağan kabul etmelerine bir tepki belki de sadece basit bir belirsizlik korkusu. Yine de hiç bu açıdan görmediğim bu garip hissin beni harekete geçiren, motive eden bir yanı olduğunu bilmek iyi hissettiriyordu, bir kere alışılan ve beyne haz veren bir şeyin artık vücutta yer etmesi, sürekli istenmesi gibiydi. 

Düşünceler, gittikçe uzaktan gelen yansıma sesleri gibi ayırt edilemez hale geliyordu beynimde. Hazır her yer karanlıkken, ben de düşüncelerimin karanlığı içerisinde hafif sızılı ve dingin bir uykuya daldım.

Yazar:Yaren Köse

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.