(Bu yazının okunma süresi yaklaşık olarak 2 dakika sürmektedir.)
Gerçek hayatta bir satranç taşı olsan hangisi olurdun?
Satranç, bir tahta üzerinde dizilmiş taşların ötesinde insan ruhunun derinliklerinde ve toplumsal ilişkilerin karmaşasında hayatın bize öğrettiklerinin sosyal karakterimize yansımasıdır. Taşlar, yalnızca ahşap ya da mermerden ibaret değildir; onlar birer fikir, birer strateji ve bazen de en insani zaaflarımızın kılık değiştirmiş halleridir. Her bir taş, insanın yaşamındaki rolünü temsil ederken her hamle bir kararın ağırlığını ve sonuçlarını taşır. Taşların ilerleyişi insanın kendi içinde verdiği mücadeleye benzer. Satrançta her adım, aslında geleceğe yazılmış bir mektuptur. Kimimiz kale gibi savunmada kalmayı seçeriz, kimimiz at gibi kestirme yollar ararız.
İki zıt kutbun aynı tahtada buluştuğu, her hamlenin bir başka gerçeği doğurduğu bu oyunda zar atılmaz; çünkü şansa teslim edilen hiçbir yol, sağlam bir geleceğe çıkmaz. İşini planlamayan, stratejiler geliştirmeyen, geleceği öngöremeyenler satranç tahtasında olduğu gibi hayatın arenasında da kaybetmeye mahkûmdur. İleri görüşlülük, bu yolculukta en büyük silahtır.
Piyonlar, umutla ilerler; safça ve korkusuzca… Onların yolu uzun ve bedelli ama sabırla örülen bir kaderdir. Her piyon vezir olma hayali taşır, tıpkı hayatta küçük görülenlerin büyük olma arzusuyla dolup taşması gibi. Hayatta insanlar arasındaki çıkar ilişkileri, oyunun piyonları gibi, çoğu zaman basit ve masum görünse de tıpkı piyonların dikkatlice ilerleyerek vezire dönüşme çabaları gibi, bazıları güç ve konum kazanmak için her yolu mübah sayar. Kimileri dostluk maskesi altında gizlenmiş bir bıçakla başkalarını sırtından vurarak kendi çıkarlarını gözetir. Bazen, en yakın arkadaşlar bile, tahta üzerindeki taşlar gibi yer değiştirip bir anda düşman kesilebilir.
İnsanın hırsı, bazen piyonların vezir olma arzusunu gölgeler; oysaki her yükselişin ardında bir bedel vardır. Bir arkadaşın sırtına saplanan bıçak, sadece bir ihanet değil aynı zamanda bir pişmanlık ve kaybedilen bir değerdir. Vezir olma arzusunun karanlık tarafı, insanı kendi benliğinden koparır; bazen ruhu çürütürken bir yanda da yalnızlığı beraberinde getirir. Çıkarların hüküm sürdüğü bir tahtada sadakat, yalnızca bir taşa verilen geçici bir rol olur.
Şah mat anı, bu oyunun en dramatik ve öğretici anıdır. Tüm planların, hesapların ve stratejilerin çöküşü bir anlık dikkatsizlikte yaşanır. Bazen en sağlam görünen planlar bile küçük bir yanlışlıkla altüst olabilir. Şah mat, yalnızca bir oyunun sonunu değil aynı zamanda insanın hayatındaki pek çok durumu da simgeler. Gücün her zaman bir bedeli vardır ve en sonunda herkesin bir şahı vardır ama bazen bu şah, savunmasız kalabilir. Hayat da böyledir: Gücün sarhoşluğu içinde ilerlerken fark etmezsin ama şah mat bir anda gelir. Kaçacak hiçbir yerin kalmadığında en güçlü sandığın taş bile yere devrilir.
Satranç, yalnızca bir oyun değil; düşüncenin bedene dönüştüğü, aklın tutkuyla dans ettiği bir meydan savaşıdır. Hayatın tahta üzerinde yürütülen bir savaş olduğu gerçeği, her taşın yerini, her hamlenin anlamını sorgulamayı gerektirir. Şansa yer yoktur; sadece planlı olanlar ve içsel barışını koruyanlar kazanır. Ve her oyunun sonunda, beyaz ya da siyah fark etmez, tüm taşlar aynı kutuya dönerken geriye yalnızca hangi hamleleri yaparken kim olduğuna dair anıların kalır: gücün peşinde savrulurken kaybettiklerin ya da asla vazgeçmediklerin.
Selin Çepkinyan