
(Bu yazının okunması yaklaşık olarak 3 dakika sürmektedir.)
Hava kapalıydı. Batmaya hazırlanan güneşi arkasına alan bulutlar tüm gökyüzünü kaplamış, kızıllaşan güneş ışıklarını içlerinde tutarak adeta tüm göğü kana bulamışlardı. Tek tük arabaların geçtiği asfalt yolun kenarında yürüyen bir beden, hizasını kaybeden adımlarından dolayı bazen yola sapıyor, bazen dengesizleşerek sarsılıyordu. Ağır ağır ilerlerken nereye gideceğini unuttuğu anlar bile oluyordu. Gideceği yeri hatırlamasının ardından hızlandırsa da adımlarını, hemen sonrasında tekrar gözleri bir boşluğa dalıp gidiyor; bedeni yeniden bir o yana, bir bu yana sarsılıyordu.
Bugün bir şey öğrendi.
Her daim nefretten uzak kalmak için kendisini tüketirken, nefretin bir ânda esiri oluverdiğini öğrendi. Bunu ise ona, karşısındaki insanın kalbini kırmasının ardından parçalarının yüreğine saplanması öğretti.
Uzun süre karanlıkta kalmış bir ruh, suyu bulmuş toprağın üstünde çiçeğin açması gibi, kötülükleri yetiştirirdi içinde. Tüm o karanlığın arasında hayat bulmuş canavar gözlerini açtığı ân kişinin yüzüne kim olduğundan ziyade zihninde bunca zaman neyi barındırdığını vururdu. Her ne kadar insan, nefretin içinde can bulmuş canavarın nefesini ensesinde hissetse de onu diğer tüm dünyadan saklamak isterdi.
Bugün insanların kendi içlerindeki karanlıktan bihaber, sırf onun içinde yaratık yer edindiği için yaşamın ortasında nasıl yapayalnız bırakıldığını öğrendi.
“Parmaklarının arasından kayıp giden bir hayat, o hayatın içinde var olmaya çalışan bir sen. Keşke can bulsam hayatının içinde. Fakat senin nefretin bana cehennem.”
Avuçları ile iki kulağını sıkıca kapatmaya çalıştı zihninde yankılanan sesleri susturmak adına fakat bugün, asıl susturmak istediği şeyin canavarın çığlıkları olduğunu öğrendi.
Hatırlıyordu… O yaratığın henüz yüreğinde yuva bulmadığı ânları hatırlıyordu. Çocuktu. Güneşin altında kuruyan toprakta tekrar çiçekler açabilsin diye avuçlarının arasına doldurup toprağa götürdüğü su birikintisinin güneşin altında parladığını hatırlıyordu. Suyun üstünden yansıyan ışık gözlerini kamaştırsa da başını kaldırıp parlak güneşe baktığını, gülümsediğini hatırlıyordu. Avuçlarının arasına sığdırdığı su birikintisini toprağa döktü. Avuçlarındaki su yetmedi toprağın ıslanmasına, çocuk yettiğine inanmıştı.
Zaman o toprağın üstünde çiçek açtırmadı fakat çocuğun o üstüne gölge düşmüş ruhunda bir canavar yetiştirdi. Kimseye göstermediğini sanırdı onu. Lakin bugün, nefret barındıran nefesinin düşündüğünden çok daha güçlü olduğunu öğrendi.
O nefes ne zaman insanların yüzüne vursa yapayalnız kalırdı bir ânda. “Nefret yok ki benim içimde…” demek isterdi yalnız kaldığı ânlar. İçindeki nefretten dolayı mı düşman olmuştu diğer tüm dünya ona? “Eğer bir duygu barınsaydı bu yürekte, emin olun nefret olmazdı.”
Nefesini kimse hissedip de uzaklaşmasın diye yüreğinin çevresine ördüğü yüksek duvarların ardına tutsak etti canavarı. Bir zaman sonra ise duvarların arkasındaki karanlıkla beraber taşlaşmış yüreği sevgiyi dahi kabul edemez hâle geldi. O, sevgisiz yüreğinin sebebini her daim nefret sandı, sanki o suçladıkları nefretin tek sebebi yüreğindeki karanlıkta barınan varlığın ta kendisiymiş gibi her daim canavarı suçladı.
Diğerleriyle kurduğu bağları ruhunu yuvası bilmiş yaratığın kopardığını zannederken insanların esasında zamanı geldiğinde koparmak adına sürekli bağlar kurduğunu öğrendi. Ona göre her şey olabilirdi bu kopan bağların içinde: acı, nefret, çıkar, mutluluk…
Ama sevgi olamazdı. İnsan, asla sevgi denen kutsal duyguyu bir gün koparmak adına kurmazdı. O bugün, yüreğindeki canavar nefes almaya başladığından beri kimseye sevgiyle bağlanamadığını fark etti.
“Keşke ben de var olsam hayatımın içinde. Fakat benim nefretim bana cehennem.”
Kızıllıkla kaplanmış gökyüzüne çevirdi bakışlarını, nereye gideceğini yeniden unutmuştu. Boğazına kadar dizilen birikintiler saf suçluluktan oluşuyor, derin bir nefes almaya çalışırken tüm o suçlar nefesin ciğerlerine ulaşmasına engel koyuyordu. Kızıl bulutların yeryüzüne doğru indiğini hissediyorken dizlerinin üstüne çöktü. Gökyüzü gibi ellerinin de kendi kanına bulandığı bu günde, güneşin ışığını çaldığı için dahi suçlayacak kadar içindeki varlıktan nefret ettiğini öğrendi.
Bütün yalnızlığının sebebini içindeki yaratığa bağlıyorken aslında suç denen yükün karanlıkta kalmış yaratıkta ne kadar çok biriktiğini, nefretini bile o yaratığa yüklediğini öğrendi. Yaratığın, olduğu yerden kurtulmak adına attığı yardım çığlıklarını ne zaman işitse diğer insanları korkutacağını düşündüğü için sustururdu onu, karanlıkta can bulan varlık susturuldukça içinde yaşadığı bedenin ruhuna saldırdı. Paramparça etti yüreğini.
İçine gömdüğü çığlıkların kalbine derin yaralar bıraktığını da öfkesinden korktuğu canavarın aslında ne denli kırgın olduğunu da parçalanmış yüreğinin sızısından dolayı asla fark edemedi.
Bugün çok şey öğrendi.
Fakat yakındığı o yalnızlığına nihai çözümü bulabilecek tek ahbabı canavar iken, asla onu sevmeyi öğrenemedi.
Yazar: Beyza Dilara Meşeci
Görsel Kaynak: https://tr.pinterest.com/pin/140806232010809/