(Bu yazının okunması 3 dakika sürmektedir.)
Her pencerenin farklı hikâyeye sahip olduğu bir hastanedeydim. Bazı odalardan yeni doğan bebek sesleri yükselirken başkasında yaşam son buluyordu. Bir kapının arkasında kahkahalar çiçeklenirken diğerinde sessiz feryatlar çoğalıyordu. Yaşamın lisânı böyleydi neticede. Zaman orada geçmek bilmiyordu ama kendimi çocukluğumun pamuktan salıncağına bıraktığım albüme bakarak tahammül ediyordum.
O gün farklıydı sanki, resimlerimi incelemeden önce aynaya baktım. Elim sebepsizce kalbime giderken utanç dolu bakan bir çift yabancı göz de asılı kaldı. Avuçlarım buz kesilmiş, alnımda ise ter taneleri birikmişti. Göz kapaklarım bir şeylerin birikintisiyle ağırlaşmış görünüyor, gözlerim karanlık boşluğa sarkar gibi bakıyordu. Yalnızca bedenen yorgunluk değildi aynaya düşen görüntü.
Günün yüreği avuçlarımda atıyordu ki sorularıma cevap bulmak ümidiyle nihayet albümü açtım. İlk sayfada küçücük kız çocuğu gülümsüyordu. Tam tebessüm edecektim ki düşüncelerim birbiri ardına akmaya başladı. “Daha hiç ‘Gelir Adaletsizliği’ diye bir kavram duymamış belli ki ” diyen iç sesime anlam veremedim. Doğruydu, o kız son model arabalarına binen insanların açlıktan ölen bebeklerle aynı evrende yaşadığından habersizdi. Beni o andan itibaren bir karanlık tuttu, kuşlar uçmaz oldu sanki güneş sonsuzca gökyüzünü unuttu. Sorgularım başladı daha sonra acıları bütün duyarlılığımızla izlediğimiz haberler biter bitmez şuursuzca alışveriş yapacağımız alışveriş merkezlerinin yolu insanlıktan geçiyor muydu? Yalan değil, haberlerde izleyip ‘vah vah’ ederken tabağımızdaki yemeğe burun kıvırıyorduk, çocuğu açlıktan ya da savaşta ölen annenin üzüntüsünde bin bir ağıt var ki işte o insanlıkla araya ördüğümüz koca duvar. Evet, çocuklar diyorum tek umdukları ekmek, su, barış olan çocuklar. Masum melekleri, mültecileri bir lokma ekmeği bayram bilenleri görmeyerek insafta zerreyi dahi yaktık. Belki Güney Sudan’da belki bir bebeğin feryat çığlığının göğüs kafesini deldiği Nijerya’da. Albümde gördüğüm gittikçe büyüyen veya küçülen ben değil; kan ve savaş renklerine boyanmış çocuktu, Yemen’de korkmasın diye kardeşine sarılan soluktu.
Midem bulanıyordu ama gerçeklerden daha fazla kaçamazdım, diğer sayfaya geçtim. Rengarenk düşleri olan kızın üzerinde mavi okul formasıyla mutluluktan havalara uçtuğu aşikârdı, önlüğü dünyanın şahit olduğumuz tüm günahlarına zıt beyazlıktaydı. Saçları kurdeleli kıza, onun yaşında eğitim hakkı elinden alınmış, çalıştırılan işçi çocuklar olduğunu hiç söylememişlerdi. Ne de olsa her şey yolundaymış gibi yapmaya alışığız, -mış gibi yaşayarak gönlümüzün kapılarına umursamazlık kilitleri taktık, bütün ahlâkî değerleri farkında olmadan yıktık. Savaşları, açları, öldürülen kadınları, istismar edilen çocukları, mağdurları hep uzağımızda sandık, kendimizi kandırıp yakını uzak kıldık…
İlerideki sayfayı açmıştım, tozlu fotoğraflar içindeki kız büyümüştü, gencecik, çiçekli elbisesiyle neşe saçarken bir yerlerde işlenen kadın cinayeti vardı eminim.
Ruhumun ağırlığını taşıyamıyordu yolcu olduğum bu dünya treni, rayların yerinden çıkacak gibi gıcırtısı gönlümü tırmalıyordu. Daha birkaç sayfada yorgunluktan bitap düşmüştüm. Gördüklerim beni böyle sarsarken ya yaşayanların acısı? Her karede hiç tanımadığım birilerinin çektiği kahrı gördüm. Aldığımız âhlar, çalınan o hayatları düşündüm. Kafam allak bullak olmuştu, nasıl elimizden, sözümüzden bir şey gelmedi? Engel olmaya hiç mi gücümüz yetmedi? Bir yolculuktu ki kendimi sorguya çektim, bunları yapan ‘biz’i utançla seyrettim. Gözlerimi kapattım içimi usa vurup yolun öte keşfinden. Dudaklarım titriyordu devrildi devrilecek adaletsizlikten. Nice kapı üstüme örtüldü bunca zaman suskunluğumun mahcubiyetinden.
Suçluyduk, suçluydum, kabul etmesek de zaten zulmü sevmeyen zalimin kendisi değil mi heyhat? İstismara uğramış küçük kıza sessiz kaldığımız için parçalanan oyuncağında kirlendi vicdan, fıtrat!
“Çaattt!” diye sertçe kapattığım albümün sesine uyanan annem sorgulayan bakışlarla bana bakıyordu ki ona dönerek, “Kıyafetlerim toz olsa bir şeyler derdin, yüreğim kapkara olmuş neden ses etmedin?” diye sordum. Cevap veremedi, sadece su verdi…
Boğuluyordum sanırım, asıl ben o vakte değin nasıl insanlığımı uyandırmadım?
Yazar: Büşra Ateş