(Bu yazının okunma süresi yaklaşık 3 dakika sürmektedir.)
Günün birinde eskiden çok sevdiğim bir insan bana “Sen bir güneşsin.” demişti.
Haklıydı. Ben güneştim. O ay… O gecenin karanlığını aydınlatmaya çalışandı. Ben ise aydınlıkta nefes alan. Birleşemezdik. Çünkü o gecede yaşıyordu. Ben gündüzde… Belki de en acısı, güneş hayallerinde ayın ışığında dinlendiğini hayal ederken ay gerçeklerin farkındaydı. Birleştikleri zaman çıkabilecek kaosu tahmin edebiliyordu. Ama güneş direndi her zaman. Kendi ışığını kaybedip bir yıldıza dönüşmeyi bile göze almıştı aslında. Ay mı? O, yanındaki yıldızların cazibesine kapılmıştı. Zamanının büyük bir bölümünü onlarla geçiriyor ve güneşi hiç düşünmüyordu. Güneş içindeki tüm saflığıyla ay ile birleşeceği günü düşlüyordu. Sonra ne mi oldu? Ay gitti. Güneş bütün ışığını tüketti.
İşte o gün aşk yok oldu, sevgi yok oldu, güven yok oldu. Kalan mı? Koskocaman bir boşluk…
Bir kere kırılınca tekrar yapıştırsak bile kırılmış o bardak eski şekline dönemez. Güven de bir kere yok olunca tekrar bu hisse sahip olmamız günlerimizi, aylarımızı ve hatta bazen yıllarımızı alır.
Bana göre sevgi zamanla doğar, çoğalır. Ama aşk… Anlıktır. Ne olduğunu anlamadan bir anda karşısına çıkar insanın. İlk âşık olduğumuz anlarda bunu anlayamayız. Sanki hiç hissetmiyormuşuz gibi davranmaya devam ederiz. Devamında sorgulamaya başlarız kalp atışlarımızın hızlanmasının sebebini. Günler geçtikçe ve düşüncelerimizde daha fazla yer almaya başladıkça yavaş yavaş da olsa değişimimizi gözlemleriz. En sonunda, onsuz kalma düşüncesi bizi dehşete düşürdüğünde zihnimizdeki ve kalbimizdeki parçalar tamamlanmıştır. Çünkü artık kendimize itiraf etmişizdir. Onsuz kalmak, ormanlık bir alanda nefes alamamak anlamına gelmiştir artık.
Bu kadar büyüleyici hisleri nasıl yok edebiliriz değil mi? Kendi güneşimizin parıltılarını nasıl yitirebiliriz? Asıl soru bu muhteşem hislerin yok edilmesine nasıl izin veririz?
Bence izin veren maalesef ki biziz. Çünkü bir insana güvenmek, onu sevmek, ona âşık olmak demek, kalbimizden büyük bir parçayı kopartıp onun avuçlarının içerisine bırakmak demektir. Bu aynı zamanda da koskocaman bir riski göze almak yani kalbimizin o parçasıyla ne yapacağını ona bırakmak demektir de.
Siz de kalbinizin büyük bir parçasını hiç başkasının ellerine verdiniz mi? Eğer verdiyseniz ve saklamak yerine attıysa bir köşeye üzülmeyin! Kalbinizden aldığınız o parçayı alın ve saklayın. Sadece bekleyin. Onun sizin kalbinizin parçasını attığı yere dönmesini… Bulamayacak. Bulamadığında ne yazık ki çok geç olduğunu anlayacak ve hayatı boyunca anımsayacağı bir vicdan azabına sahip olacak tam olarak orada. Siz mi? Bir daha kalbinizin parçasını bir başkasının kollarına bırakmamayı öğreneceksiniz. Acı bir tecrübeyle olsa bile…
Ömrü bir gün olan kelebeğin,
Kanadını kırdılar.
Yaşar diye bir kenara bıraktılar,
Bilemedi kimseler, göremediler.
Kalbinin acısından alev almıştı kanatları,
Ne bilmek ne de görmek istediler.
Bir gün onların da alev alırsa kanatları,
Hatırlarlar belki,
Kenara attıkları kelebeğin yangınını…
Kübra Fatma Demir