
Hayaller çocukken insanın en yakın arkadaşıdır. Sırdaştır, yoldaştır, yaramazdır. Her çocuk gibi benim de hayallerim vardı. Hayallerimden biri de astronot olmaktı. Astronotların kafasında o kocaman fanusla zıplayarak yürümesi çok hoşuma giderdi. İlgim onlara kayınca hep gri şişme elbiseler giymek istemiştim. Bir dönem sırf o yüzden favori rengim griydi. 5 yaşlarında pembe, kırmızı delisi yaşıtlarım için oldukça çılgın bir renkti. O dönemden kalan eşyalarımın bazıları evin sağından solundan çıkar hala. Gri bir hırka, toka, çanta.. Annem kızardı ama çare yok. Beni cezbeden de en çok uzayın bambaşka bir yer, sonsuz bir boşluk olmasıydı. Ağaç yok, insan yok, hayvanlar yok. E hava da yok. Düşsem bile süzülmeye başlayacaktım. Keşfedilesi gelmişti o zamanlar. Hala da öyle gerçi.
Okula başlayıp okumayı sökünce okuduklarımdan da etkilenerek gezgin olmak istedim bir dönem. Bu sefer de sırtımda çantam elimde haritam diyar diyar gezmek beni cezbetmişti. Her gün farklı bir yerde uyanmak, heyecanla güne başlamak, yeryüzünü keşfetmek hedefimdi. Hesapsız kitapsız yaşayacaktım. Bambaşka insanlarla tanışacak, yeni diller öğrenecektim. Filleri, zürafaları ve aslanları görecektim. Her gün değişik yemekler yiyecektim. Bir gün denize girecek, bir gün dağa tırmanacaktım. Zaman geçtikçe bu hevesten de vazgeçtim.
Bu sefer de pilot olmak istedim. Uçarak dünyayı gezmek hepsinden daha olası geldi. İnsan başka ne ister ki. Kuşlar gibi, bulutların üzerinde, masmavi gökyüzünde. En yüksekte ben olacaktım. Bulutlara en yakın olan yine ben. Kilometrelerce yüksekte, kilometrelerce hızla hareket edecektim. Bu dünyanın en güzel şeyi olmalıydı. Uçmak insana çok yakışırdı. En büyük eksikliğimizin bu olduğunu düşünmüştüm. Fakat yanılmışım. Çok daha büyük eksikliklerimiz varmış.
Zaman geçip de bazı şeylerin farkına varmaya başlayınca anladım ki ne astronot olmalı insan, ne gezgin ne de pilot. İnsan, önce insan olmalı. Öyle yiyen, içen, nefes alan türden değil. Gerçekten insan olan türden. Değer verdiği şeylerin banka hesabından, mücevherlerden ibaret olmayanından.
İnsan temelde akıl ve vicdandan oluşur. Aklımızı kullanarak çok ilerledik, ürettik, keşfettik. Ama bu arada vicdanı unuttuk, böyle olunca eksik kaldık. Anladım ki ancak vicdanımızı kullanarak başkasının acısını hissettiğimizde insan olabiliriz. Merhamet duyduğumuzda, yardım ettiğimizde. Bizi diğer türlerden ayıran bir şey olmalıydı. Bunun da derin duygular hissettiren işler olduğunu anladım. Sevebildiğimizde karşılıksız, işte o zaman insan olduk demektir. Elimizdekini böldüğümüzde muhtaç olana eksikliğimizi tamamladık demektir. Savaşları durdurduğumuzda ve doğayı koruduğumuzda çoğu şeyin de üstesinden geldik demektir. Artık bir bardak suyu bile akşam haberlerinden sonra içer olduk her gün yaşanan dramın üstüne. Sanki dünya bugünlerde kötülük tutulması yaşıyor.
Modern yaşamla beraber değer yargılarının değişmesi sadece dünyanın sonuna yaklaşmaya yaradı. Tek evimiz olan bu gezegeni bir nesil sonraya bile yaşanmayacak şekilde, doğallıktan uzak biçimde bırakıyoruz. Alışveriş merkezlerinin, hayvanların yaşam alanı olan ormanları, dağları traş ederek yaptığımız yolların ve nicelerinin kazandırdıklarına bakarken kaybettirdiklerini anlayamadık.
Sormalıyız kendimize bazen “Ben olmayınca ne yarım kalır?” diye. Sokaktaki kedi mi aç kalır, mendil satan çocuk arkadaşsız mı kalır, mahallenin en yaşlısı ekmeksiz mi kalır?
Bir şeyler yarım kalmalı belki de yokluğumuzda. Ancak o zaman tamamlarız kendimizi.
Hayır. Hayal gücüm hala körelmedi. Şimdi de iyilikolog olmak istiyorum. Savaşları durduran, masumları kollayan, çocukların tebessümüne sebep olan. Vereceğim tek ceza da kitap okutmak olurdu. Binlerce.. Ancak o zaman bir şeyler değişir kalbi katılaşan insanoğlunda.
YAZAR: Ayşe ŞAMLIOĞLU
TPÖÇG Blog Yazarı | Arel Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi