Bitmeyen Sürgünün Hikayesi : Zabel Yesayan

Zabel Yesayan, ‘kadın yazar’. 1878  yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun Üsküdar’ında Silahtar mahallesinde doğdu. Babası bir yün boyacısı annesi dokumacıdır. Ailesi, özellikle babası eğitime çok önem verirdi. İlkokulu Üsküdar’daki Surp Haç İlkokulunda okudu. Daha ilkokuldayken dış dünyayı anlamaya, oradaki sorunları görmeye çalışıyordu. E az aktivist de değildi. Anılarından biri şöyle :

 “Bir gün teneffüste, Melani adındaki kız okul bahçesinde kiraz yiyordu. Baharın ilk günleriydi, kirazlar daha turfandaydı. Melani’nin karşısında yoksul ailelerden birinin kızı oturmuş, imrenerek kirazlara bakıyordu. Melani kirazları bir eline alıyor, öbürüyle sapını koparıp ağzına atıyor, meyvenin sulu etini ısırdığında, öbür kız da sanki kendisi yiyormuş gibi aç dudaklarını oynatıyordu. Bu manzara bana korkunç geldi ve daha fazla dayanamadım. Çok seri ve vahşice bir hareketle Melani ‘ye doğru fırlayıp elinden kirazları kaptım ve bahçe duvarının öbür tarafına savurdum”

 

Kitaptan alınan şu anı ise babasının yalnız eğitime değil ideolojiye de ne kadar önem verdiğini gösterir – hatta ilk dönem feminist yazılarını babasını mutlu etmek için yazdığını söyler.- Aynı zamanda yetişkin Zabel’in düşüncelerine de örnek niteliğindedir:

“(..) Hayatımda ilk kez merhametin dayanılmaz keskinlikteki acısını hissettim. On yaşından daha büyük değildim herhalde, bir gün bu olayı hatırlayıp, her fikrini tartışmasız kabullendiğim babama sorduğumda:

‘Musevilerin kötü bir halk olduğu doğru mu?’

‘Kötü halk yoktur, çocuğum’ diye yanıtladı babam. ‘Yalnızca kötü insanlar ve iyi insanlar vardır.’ ”

Zabel, çocukluk hikâyelerini Silahtarın Bahçeleri adlı otobiyografik çalışmasında anlatır ve yaşamı boyunca Üsküdar’dan hep hayranlıkla bahseder. Onun yazdıklarıyla Üsküdar’ı yeniden hayalimizde kurmaya başlarız. Osmanlı Dönemi’nde İstanbul’un bir semtini bu kadar canlı anlatan ya da bir kadın gözüyle Osmanlı Dönemi’ni anlatan kaç eser vardır? Yine de yazdıkları doğduğu ve anlattığı topraklarda ancak 100 yıl sonra okunacaktır.

1890’lı yıllarda artan Ermeni sorunları, isyanlar ve katliamlar nedeniyle babasının isteğiyle üniversiteye Paris’e gitti. Sorbonne Üniversitesi ve Collage de France’da edebiyat ve felsefe okudu. Böylece üniversiteye giden ilk Ermeni kadın oldu.  Okurken geçimini sağlamak için yazılar yazmaya devam etti.

1

Zabel; tutkusu, aldığı eğitim, cesareti ve özgünlüğüyle dönemin en iyi ‘kadın yazar’larından biri olarak kabul edildi. Kendisi her ne kadar bu yakıştırmadan hoşlanmasa da… ‘Kadın yazar’ düşüncesinin altındaki hafiflik ve kırılganlık onun ‘güçlü kadın’ imgesine uymuyordu. Feminizm propagandası yapmadı. Feminizme realist yaklaşarak kadının toplumdaki zayıflığının nedenlerini aradı. Eserlerinde kadının çilesinden çok kadınların özgürleşmesi, alt sınıftan gelen kadın ve erkeklerin sorunları üzerinde durdu. Toplumdaki ataerkil yapıyı, edebiyattaki eril dili hep eleştirdi. Romanlarında çoğunlukla güçlü kadın portreleri çizdi.

1900 yılında Paris’te ressam Dikran Yesayan ile evlendi. 1902 yılında birlikte İstanbul’a döndüler ancak burada geçimlerini sağlayamadıkları için 1905 yılında tekrar Paris’e gitmek zorunda kaldılar. 1908 yılında Jön Türk Devrimi sonrasında Yesayan tekrar İstanbul’a geldi. Makaleleri, kitapları ve aldığı eğitimle hem Osmanlı hem de Ermeni cemiyeti aydınları arasında tanınır hale gelmişti.

1909 yılında Adana katliamlarını takip etmesi ve soruşturması için oluşturulan komisyonda, kadın ve yetimlerin durumunu raporlandırması için Ermeni cemiyetince görevlendirildi. Fakat aktivistliğinden geri durmadı ve buradaki yetim çocuklar ve dul kadınlara yardım edebilmek için devletle yardım fonlarını kullanma konusunda mücadeleye girişti. Adana, Mersin ve Kilis’te 3 ay geçiren Yesayen burada yaşadıklarını ve üzerindeki derin etkiyi 1912 yılında yayınlanan Yıkıntılar Arasında adlı eserinde anlattı. Bu kitaptan alınan ve ‘terimizle yeşeren’ diyerek en iyi biçimde ifade ettiği satırlar şöyle:

“Bir kez daha ırkımızın damarları açılmış ve bir kez daha kanımız, ufukta yeni doğan hürriyetin sevincini tatmadan, terimizle yeşeren ve bereketlenen toprakların üzerine akmıştı.”

“Biz de kendi kurbanlarımızı verdik, bizim de kanlarımız bu kez Türk vatandaşlarımızın kanı ile birlikte aktı; inşallah bu sonuncusu olur.”

 

Zabel’i internette araştırırken bir haber sitesine denk geldim. 1915 sonrası Ermeni olaylarına ilişkin yeni bulgular ortaya çıktığını yazıyordu. Fransa’da bir kütüphanede bulunan bu rapor Zabel diye bir kadına aitti. Tebliğde yer alan şu cümle kanımı dondurdu : “Su kaynağında suya kavuşma izni elde etmenin bedeli, bilmem kaç tane bakire ya da genç kızın jandarmaya teslim edilmesiydi. Bu korkunç yöntem sistematik biçimde uygulandı.”, “Trabzon’da sivil ve asker kıyafetli subaylar, şehrin en gözde, en iyi eğitimli kızlarını bir evde toplayıp İttihat ve Terakki üyelerine sundu.”

1915 yılında ‘ortadan kaldırılması’ için duyurulan 243 kişilik sakıncalı Ermeni aydınlar listesindeki tek kadındı. Bu listede dönemin en ünlü müzisyenleri, ressamları ve yazarları bulunuyordu. Bu aydınlar eş zamanlı baskınlarla evlerinden alındı, karakola götürüldüklerini zannediyorlardı ama çoğundan tekrar haber alınamadı. İşkencelerden kurtulanlar ise akıl sağlığını kaybetti. Aralarında sağlıklı kurtulan çok azdı. Zabel de bunlardan biriydi. Zabel’in evine geldiklerinde orada değildi. Ailesinin haber ulaştırmasıyla oğlunu İstanbul’da bırakmak zorunda kalarak Bulgaristan’a kaçtı. 2 ay Bulgaristan’da kılık ve kimlik değiştirerek yaşadı. Daha sonra 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Bakü’ye geçti. Burada kendini Osmanlı devletinden kaçan mülteci ve yetimlerin yardımına adadı ve onların anılarını yazdı, hayatta kalan mültecilerin kaydını tuttu. Zincirsiz Prometheus da orada temas kurduğu bütün mülteciler ile ilgili şu ortak duyguyu yazar : “Tüm azınlıkların tipik özelliği olan yönünü kaybetmişlik ve kaos duygusunun(…)”

Bu dönemlerde eserlerinde toplumcu bir hava seziliyor. Kendisi de bunu şöyle ifade etmiş: “Kendimi kaderin ellerine bıraktım ve bireyselliğimin usul usul eridiğini, ortak acıya karıştığını hissettim.”

2

1918 yılında Bakü’den ayrıldı, 1921’de de Paris’e geri döndü. 1926-1927’de Moskova ve Sovyet Ermenistandaydı. 1928’de Sovyet sistemini ve Marsilya izlenimlerini anlattığı ‘Kurtarılmış Prometheus’ diğer adıyla ‘Zincirsiz Prometheus’ adlı eseri yayınlandı. 1933’de Erivan’a yerleşti. Burada Ermeni edebiyatıyla ilgili dersler verdi, hocalık yaptı. 1934 ve 1935 yıllarında çıkardığı ve otobiyografik özellikli romanları ‘Ateşten Gömlek’ ve ‘Silahtarın Bahçeleri’nde çocukluğunu, ilk gençlik yıllarını ve İstanbul’u anlattı. Bunlar son romanlarıdır.

Zabel’in hayatı sürgündür. Rejim hakkında yazdığı Kurtarılmış Prometheus kitabı ve kendisinin de kurulunda yer aldığı Sovyet Yazarlar Birliği’nin 1934’deki ilk toplantısında yaptığı konuşma her ne kadar sosyalizme yakın olsa da eleştirel duruşuyla Zabel’i tekrar sürgüne yolladı. 1937 yılında Stalin’in takibatıyla tutuklandı ve Sibirya’ya gönderildi. Sürgün sırasındayken oğlu Hrand ve kızı Sofi’yi ne kadar özlediğini anlattığı mektuplar dışında ondan haber alınamadı. 1943 sonrasında tüm haberler kesildi. Nerede, ne zaman ve nasıl öldüğüne dair henüz bir bilgi  yok.

Ne oldu? ZABEL ÖLDÜ MÜ DERSİNİZ? Zabel, hala sürgünde. Nerede, ne zaman, nasıl öldüğü bilinmeyen bir kadın ölememekle sürgününden kurtulamıyor. 10 yıl öncesine kadar hiç duyulmayan sesi şimdi ancak bir fısıltı olabildi. Umuyorum ki bu bir çığlığa dönüşebilir. Dönüşebilir de tarihin tanığı bu güçlü kadından daha çok şey öğreniriz.

O ne milliyetçi ne de körü körüne bir sosyalistti. Kendisininde dediği gibi bunları: ‘Bir Ermeni kadınının ince duyguları olmaktan ziyade, bir insanın insani duygularını ifade eden, en içten gelen izlenimleri olarak algılamak gerekmektedir.’

E DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN MADEM.

YAZAR: Elif Gül ŞAHİN

 

 

 

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.